31 Aralık 2010 Cuma

Mutlu Yılllllaaaaaaaaaar

Tembel blogger ınız bildiriyor. Evet bu ara pek bi tembelim.İş,güç,aynı anda 3 departmanın işini yapma,huysuz ITci derken bu aralar yoğurda doğrasanız cacık olmaz benden.Çok da uzak değil, 2 alttaki posta bakarsanız en son doğumgünüm için uzaklara gittiğimi görebilir ve hala dönmediğimi sanabilirsiniz. Geri döndüm, pek de güzel bi kaç foto çektim ancak fotoğraf makinemin kablosunu bulamadığım ve post yazamadığım için kendimi cezalandırdım.Cezalandırdıkça başka post ta yazamadım.Dedim ya, hıyarın önde gideniyim.Ayrıca kabloyu hala bulamadım, detaylı aramaya korkuyorum ya gerçekten bulamazsam diye.Şu anda bir ümidim var en azından.

Bu akşam neler peşindesiniz? Biz yine evde oturmuyoruz.Paramız mı var? Hayır ama içimizde yanan bir gençlik ateşi var.Tüketiyor bizi resmen. İlla sokaklarda sürtmek lazım. Peki tam gün çalışan bir insan, kapıcı çocuğundan afet-i devrana nasıl dönüşür? İşte onu bu akşam yapmak niyetindeyim.Henüz ne giyeceğimden çok emin değilim.Emin olmadığım için pentiden 78 tl lik çorap aldım.Evet 78!!!! Tarihinde çoraba bu kadar para veren varmıdır acaba.Zannedersin Cesare Paciotti'nin ultra seksi çoraplarına boğdum kendini. Ha bu arada, yılbaşında giyecek bir elbise almadığım için kendimle gurur duyuyordum, o da kalmadı.Elbise parasını naylon çoraplara bayıldım.Saçımı başımı yaptırmak için kuaförümdeki kavgaya hazırım ama.Valla bak.O konuda çok motive olmuş durumdayım, herkesi kesebilirim. Bi de yeni birşeylere bulaştım bu yılbaşı.İllaki Türkan Şoray gibi kirpiklerim olsun istiyorum.Gittim boydan boya takma kirpik aldım.Gözümü çıkarmak pahasına da olsa şehla gözlerimle Türkan Sultan gibi bakacağım.

Neyse..31 aralık bahane, eğlence şahane.

2011'de tüm dilekleriniz gerçek olsun.Çok içten söylüyorum.Babam her bayram sofrası "artalım,eksilmeyelim" der.Yeni yıl yeni heyecanlar, bol para, dilediğiniz herşeyi size getirsin.Sağlınızı,huzurunuzu,sevdiklerinizi alıp gitmesin.Herşey çok güzel olsun.Öptüm herkesi.

Görsel; 2010 daki favori blogger ve fotoğrafçım ve hepimizin ilham kaynağı Garance Dore'dan.
Illustration; from my favorite blogger and photographer in 2010; Garance Dore who is a true inspiration to us all.

17 Aralık 2010 Cuma

It's friday

Biz birlik olmayı bilmeyen bir ülkeyiz. Bir becerebilsek dağları dize getiririz. O koca kafalar 18 yaşındaki çocuklara bir değil iki tane silah alın, sevgilinizi gebertirken kolaylık olur diyeceklerine, biraz da hakkaniyet duygularını geliştirmeyi deneseler, belki diğer tarafa gittiklerinde yalandan ettikleri üç beş tane duadan çok , aldıkları hayır duaları korur onları.
İzmir'de pazartesi ve cumaları kontak açmama eylemi yapılıyor. O kontaklardan kaç tanesi açılmayacak ben de merak ediyorum.

10 Aralık 2010 Cuma

Veda

Hic sevmem ben veda etmeyi.Bi yere gideceksem kimse gelmesin isterim havaalanına filan.Baskaları gidiyorsa da icimden sayarım su kadar gun kaldı gelmesine diye. Geri donustur o vedanın etkisini hafifleten.Yeniden gorusebilecek olmaktır.

Yarın sadece Galatasaraylıların değil bütün futbol taraftarları icin, hayatımızın mihenk taşlarından birine veda ediyoruz. Hiç bir zaman istemedim Sami Yen'imizi bırakmayı.Onca anı nasıl bırakılır ki? Hala sesleri çınlıyor bizden önce nesillerin orada. İlk duyduğumda da çok kötü olmuştum, yine öyleyim. Koca bir efsaneye veda ediyoruz ama dönüş yok bu defa. İçimde koca bir sızı, başım önümde gidiyorum Aslantepe'ye.

It's friday

...and off I go.
Bu defa sebebi de guzel. 12 aralık pazar itibariyle kazık kadar olmamı kutluyoruz.

Bu cumanın başka bir güzel tarafı daha var. O unuttum zannediyor ama hayatta unutmam:)
.
Niyancım doğumgünün kutlu olsun.
Yeni yaşın sana huzur getirsin, mutluluk getirsin. Dilediğin herşey senin olsun. Kocaman öpüyorum.
.

8 Aralık 2010 Çarşamba

3. gözümüz vardı da biz mi bakmadık

Kendi kendime diyorum ki, herkes benim kadar akıllı olmak zorunda degil. Herkes benim kadar kulturlu, seviyeli olmak durumunda degil. Ben matah bi bokmuyum? Hayır degilim ama oyle insanlar var ki karsımda agzını burnunu unufak etsem umrum olmayacak.

Tarz cok onemli. Fatmagül’ün abisi olsa karsımda, biliyorum ki adam saf salak, kotu bir niyeti yok. O adama kotu davranmak zaten gunah. Karsımda bilmeyen, anlamayan, anlamak istemeyen bir adam var. 40 yasında olmasına ragmen 70 gibi davranan, yasayan, coktaaaaan kafaca emekli olmus biri var ve gercekten ben ondan nef-ret-e-di-yo-rum. Gebersin gitsin diyorum icimden bazen. Sonra cocuklarına acıyorum. Sonra kendime kızıyorum ne kotu bir insan oldun sen diyorum. Nedir bu tahammulsuzluk, yakısıyormu sana diyorum. 2 dk sonra bambaska bir gerizekalılık yapıyor, mesela hazırladım excel i mahvediyor, mevzu basa donuyor, kendisini 256000 bıcak darbesiyle paramparca ettigimi hayal ediyorum. Sonra cocukları karsımda aglıyor, falan filan..

Lisedeyken-bak bu defa isim veriyorum-Emre diye bir gerzek vardı bizim sınıfta. 1.90 ın uzerinde 100 kilo civarı, sarısın, beyaz tenli, koca kafalı bir montofondu kendisi.Allah gunah yazmasın cok cirkindi. Benim sarısın adam sevmiyor olusumun temellerini atmıs yaratıktı. Bu suzmenin, cok seker, cok cici bir kız arkadası vardı. Bu kıza yapmadıgı eziyeti bırakmazdı. Birsey soylerdin abartılı abartılı kahkahalar atardı. Sen kalıbını basardın o kahkahanın zorla atıldıgına dair. Birsey yiyorsa ve kız arkadası istemediyse “mmmm, aman da pek lezizmis, pek nefismis” diye diye agzını sapırdata sapırdata yerdi. O kıza boyle yaptıkca ve bu kızcagız basireti baglanmıs gibi bu salaktan kurtulamadıkca, ben bu gerizekalı Emre’nin kafasını tahtayı silmek icin kullanmak isterdim.

Aradan 15 sene de gecse insanın icinden bi tahammulsuz cıkabiliyormus. Aynı duygularla birinin daha kafasını ezmek isteyebiliyormus. 30 yasım milat olsa mesela. Ben bu insanları gormezden gelebilsem. Onlar benim uzerime oynamasalar. Icime yoga egitmeni kacsa, huzurla 3. gozumden bakabilsem dunyaya da yaşlanmasam bunların yuzunden. Hadi bakalım 30. yas. Seni bekliyorum, gel de kurtar beni.

Bu arada , catlarım soylemezsem. Dun aksam kutlama yaptık. Neyi mi? Aylardır bi tarafımdan ter akıtarak ugrastıgım kasıklarımdan karnıma dikey karın kaslarımın doguşunu. Taş olursam söz fotosunu da yayınlıcam burdan. Ahanda buraya yazıyorum.

3 Aralık 2010 Cuma

It's friday

Bu aralar beni en çok heyecanlandıran film..
Gelse de gitsek

29 Kasım 2010 Pazartesi

Bilmiyor değilim aslında da

Biliyorum. Etrafımdaki beş para etmeyen insanları küçümseyerek bakmadan politikçe gülümsemenin bana daha çok fayda sağlayacağını. Ama huyum kurusun içimdeki dışımda benim. Sevmiyorsam sevmiyorum işte zorla mı? Yüzüme baktığınız an anlarsınız benim o insanı sevme derecemi. Gözlerimin içinin gülmesi aşktan, kaşlarımı çatıp ateş çıkartmam ise nefretten olsa gerek. Her koşulda gözlerimin içi gülermiş gibi olsa ne güzel olur. Politikliğin kitabını yazarım o an. Herkes onu çok sevdiğimi sanır mesela. Ne tatlı kız der herkes arkamdan ve her istediğim olur. Sevgilimse o ayrımı bilecek kadar bilir beni. Ne zaman perde vardır gözümde ne zaman yoktur adı gibi bilir.

Ben de biliyorum pazar geceleri mutlu yatmanın da mümkün olduğunu. Mesela Galatasaray maçlarını izlemeden, televizyon açmada, Erman’ın bet suratını görmeden huzurla uyursam daha iyi uyanacağımı, haftaya daha iyi başlayacağımı. Ama olmuyor. O maç izlenecek illaki. Totem yapılacak. Mor atkı takılacak. Metin Oktay atkısı varsa mor atkı rafa kalkacak (saygılar Baba) Totemlerin bi halta yaramadığı görülünce Ay luv yu Hagi denilecek, Daddy Coool denilecek , bi de Milanbarosmilanbarosoleyoleyoleeey denilecek ama sonunda YÖNETİM İSTİFA diye haykırılacak. Güzel günler göreceğimizi bilmenin yanında ne zaman göreceğimizi bilememek kahrediyor beni. Yanar döner Servet’i, bal yapmayan arı Ali Turan’ı, sinirden başka bir şey veremeyen Barış’ı, geri pas manyağı Ayhan’ı ve daha nice sözde Galatasaraylıyı o kadroda görmek delirtiyor beni.

Tabiki biliyorum bayram hediyesi aldığım 1 kilonun korktuğum kadar tehlikeli olmadığını. Ama geçmişinde ciddi kilo almış bir insan olarak bunu kendime anlatamıyorum. Yediklerimden suçluluk duyuyorum. Psikolojik olarak sabahları tok kalkıyorum. Midemde hep bir ağırlık..Ailemizin diyetisyeni Aslıcım kokoşum, sevgilimi zayıflatma çabaları içinde bir yeşil iksir vermiş kendisine. Dedim ben de içmek istiyorum ondan. Detoks falan yapmak istiyorum mesela. Hep sebze meyve yemek. Pilatesimi asla aksatmamak.

Ben de biliyorum mutlu olmanın mutsuz olmaktan daha zor olduğunu. İbremi iyi tarafa çevirmeye çalışıyorum bu yüzden. İbremin iyi tarafları mı? Doğumgünümün çok yakın olması, annemin bana doğumgünü hediyesi Kitchenaid alacak olması (rengine hala karar veremedim), doğumgünümde sevgilimin beni bilmediğim bir yerlere kaçırıyor olması..Hele bu sonuncusu çok mutlu ediyor beni. Sevgilimin al çantanı eline, hava sıcaklığı -10 ila 0 derece arası, ctesi sabahı yola çıkıyoruz demeleri beni delirtiyor sevinçten. Hiçbirşey düşünmeden, nereye gittiğimi bilmeden biniyorum arabaya. Ne organizasyon düşünüyorum, ne otel, ne de başka bir şey..Bana bu parola verildiği an ben tatildeyim sanki. 12 aralık haftasonuna gün sayıyorum. Gülmeyin, siz olsanız saymazmıydınız sanki?

24 Kasım 2010 Çarşamba

Sinekseniz teker teker gelin


Sinek problemim almış başını gidiyor maşallah. Zannediyorum kara sineklerin çiftleşme mevsimine filan girdik ve benim masamın altında bir sinek doğum hastanesi var. Kardeşim bir insan evladı kaç tane sinek ve sinek yavrusu tarafından taciz edilebilir? Günde 4 tane leşim var. Başta öldürmüyordum. Yazık, hayvan onlar da, vıttırı vıttırı derken adamlar telefonla konuşurken kulağıma burnuma kaçmaya teşebbüs edince zurna orda zırt dedi. Yine de katil olmak istemezdim ama telefonla konuştuğum insanlar dişlerimi sıkarak konuşmam nedeniyle onlardan nefret ettiğimi sanınca (ki bazılarından cidden ediyorum) sinekliğe başvurmak şart oldu.

Buyurunuz.Soldaki aslan parçası sinekliğim. İşlevinin aksine bembeyaz. Sineklerin korkulu rüyası. Tek atışta kesin çözüm.

Benim gibi sofistike bir insana şu ucuz çin işini yakıştıramadıysanız eğer yanındaki de var.Üstelik üzerine başharflarinizi de işliyorlar. Bana alırsanız üzerine BOK işletebilirsiniz, hiç alınmam. Malum 3 harf limitimiz var. Deri sinekliğimle haşerat toplumuna salacağım korkunun yanında adımın BOK olarak bilinmesinde bir sakınca yok bence.

Post-Bayram

Bayram tatiliniz nasıldı bakalım? 9 koca gün!!! Yat yat bitmez. Herkes gibi bana da güzel geldi tabi.Ben hariç herkes yurtdışındaydı. Paris’ten Phuket’e Mısır’dan İspanya’ya kadar her noktada bir bağlantım vardı bu bayram.Ben işin merkezinde olmayı seçtim; Çeşme’de. Merkezkaç noktası benimle aynı olan ahali hiç de az değildi. Alaçatı’ya yaz gelmişti. Milletin dik dik bakmasından 2 yudum bir şey içemediğim, değil yürümenin, kıpırdamanın imkansız olduğu Alaçatı geceleri.. ah aaahh anılarım canlandı valla. Kalabalığın bastığı noktada Yıldızburnu Tius’taydık. Arkamızda oturan yaşını başını almış ancak yolda başka şeyleri bırakmış insan grubunun kah avaz avaz kah tekme tokat kavga etmediği anlar gayet keyifliydi.Bir noktadan sonra oranın da tadı kaçtı tabi.Dedik bu böyle olmaz. Bi rakı balık yapmak lazım.Zira diyete başlamaya kararlı sevgili kıtlık çıkacakmış gibi ne yiyeceğini şaşırmış durumda.Rakı yapıldı da balık yapılamadı maalesef. Ferdi Baba Port’un mezeleri balığa yer bırakmadı.Kalan 2 gıdım yere de bir sufle bir dondurmalı irmik tıkıştırıldı.

Geceler Deli Deli’de bitirildi. İçildi mi? Hem de nasıl içildi. DJ’in kafası güzel hallerinde bile eğlenebildik ya, daha ne.Tamam ben şöför olduğum için içemedim ama loooooong island larla geceyi uzatan sevgilim ve kardeşim beni de içmiş kadar yaptı. İçkinin üstüne kumru yiyelim dediysek de içimizde kaldı. Kumrucu Şevki’nin sucukları eşek eti filan olabilir benden söylemesi.Ya ben sucuk nedir bilmiyorum ya da..neyse…Yarım kumruyla bana bir şey olmadı da bazı motorlar bozuldu diyim, siz anlayın.

Ben de hala Pazartesi sendromunun kralı var.Bi de baş ağrısı üzerine.Missslllerrr gibiyim. Akşama pilatesi ekerim, temizlik yapmam lazım.Evdeki toz miktarı tiroid hormonlarımı bozacak noktadaymış, sevgilim evimi ve beni böyle aşağıladı işte. Merak edenler için not; çöp ev değilim tabiki, saçmalamayın.Ama 2 haftada bir temizlik yapmayla bu işler olmuyor sanırım. Temizlikçilerin köküne kıran girmiş durumda. Ancak bu kadar becerebiliyorum, sorry.

P.S. Size cok guzel fotolar cekmistim ama sevgilimin makinesinde kaldı.Hem blog yazıp hem foto cekemiyorum ama elbet becerecegim.Beklemede kalın.

16 Kasım 2010 Salı

Mutlu Bayramlar

Tüm bayramlarınızın çocukluğunuzdaki kırmızı bayram ayakkabılarınızın sevinciyle geçmesini dilerim.

12 Kasım 2010 Cuma

It's friday

Kesinlikle aynı fikirdeyim

...veee dogumgunume 1 ay kaldı :)

10 Kasım 2010 Çarşamba

10 Kasım

Derin bir uykudasın sadece
Rahat uyu Atam.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Haftasonundan Notlar

Bu hafta annemin too-motherly hareketlerini belki birazcık da olsa azaltırım diye dusunerek Cuma aksamı onların yanına gittim Pazar aksamı geri dondum.Yaz aylarında dahi bu derece gec donmuyordum. Annemin dizinin dibinden ayrılmadım. Saclarımı inek yalamis gibi yapan hareketlerle beni sevisine bile gıkımı cıkarmadım.Haftaya kardeşim geliyor, beni ellemez belki bir sure.

Bu gormus oldugunuz fotograflar dayımın bahcesinde cektiklerim. Dayım ara ara daraldıgı anlarda kendini bu bahceye atıyor. 15 cesit meyce agacının ve bilumum hayvan cinslerinin arasında takılıyor. Bahcede bir de dağ cileği agacı vardı. Ben kendisiyle tanısınca uzerinde meyve kalmadı. Yedim yedim bitirdim. Yuzum gozum kabarır sanmıstım ama hassas bunyem sasırttı beni.
Bu fotoyu da sarı kırmızı seylere gondersem mi acaba?


Bu da dayıma asık hindi Osman.Totomun dibinden ayrılmadı, delirtti beni resmen.Piskopat herif kocaman kabarıp tıslaya tıslaya takip etti durdu.Tehdit olarak mı algılıyor acaba beni dedim, yere coktum, bu defa da self space namına bisey bırakmadı. Gozumun icine icine baktı. Kocaman akbaslarla sarmas dolas olabiliyorum evet bu hindiden korkuyorum.Yılbasına masamda gorursem daha mutlu olabilirim.

Bu arada bu havaların durumu nedir allah askına? Kasım ayının ortasındayız ama cam acık ve gomlekle yazıyorum bu yazıyı. Hosuma gitmiyor degil tabi ama tırsıyorum bir taraftan.İlkokuldaki mevsimler panosuyla alakamız yok.

5 Kasım 2010 Cuma

It's friday


Kalem kaşlarına kurban olduğum..

Güzel şeyler yanında bir de şarkı getirsin bakalım; buyrun.

4 Kasım 2010 Perşembe

Tesadüf değil


Cocukların taktıgı bu bileklikleri benim de takıyor olmam tesadüf değil, çünkü ben de çocuk olabilirim.
Seçtiğim renklerin pembeyle kırmızı olması tesadüf değil, çünkü çok girly olabilirim.
Benim bilekliklerimin araba şeklinde olması tesadüf değil, çünkü arabaları çok sevebilirim.
Bilekliklerimin kendiliğinden kalp şeklini alması hiç tesadüf değil, çünkü çok fena aşık olabilirim.

2 Kasım 2010 Salı

Naz


Geçen hafta bugün, yani tam bir hafta önce dünyanın en kibar, en sessiz, Gül gibi annesinin, dünyalar güzeli Naz bebeği doğdu. İnsan bu kadar çok sevince birini, yazmak da kolay olmuyormuş. Vakit ayırmak istiyormuş. Elim klavyeye her gittiğinde bir şeyler dağıttı dikkatimi, hep yarıda kaldı bu yazı. Naz bebeğin teyzesi olduğumu haber vermekte bir hafta geciktim. Etrafım bebeklerle doldu, çok mutluyum :)

Gül, benim tanıdığım istisnasız en sessiz, en kibar, en minik insan. Öyle minik ki Naz’a hamile olduğu dönemde o haliye o bebeği nasıl taşıyor diye hep düşündüm durdum. Tanıdığım en güzel hamilelerden biriydi. “Kız bebek anneyi çirkinleştirir” lafının büyük bir yalan olduğunun ispatı gibiydi. Kimseyi kırmasın üzmesin diye çok dikkat eden, beraber çalıştığımız dönemde benim zıvanadan çıktığım olaylara tıkını bile çıkarmayan, bu dünyada insana huzur vermek için varolan bir anneden doğacak bebek, dünya insanlarına bir hediye olabilirdi ancak. Naz bebek aynı annesi gibi pembe yanaklı, aşı yapılırken bile ağlamayan, içindeki huzur yüzünden okunan, pamuklara sarıp saklamak isteyeceğiniz minicik bir şey. Ona aldığım pembe babetleri ayağında görmek için sabırsızlanıyorum :)

Şansı bol olsun, ömrü uzun olsun Nazımızın.
Annesi gibi güzel, iyi kalpli, babası gibi huzurlu, şefkatli olsun.
İyiki gelmiş Naz bebek. İyiki teyzesi olmuşum ben onun.

Picture via http://kailiart.blogspot.com/
I wasn't able to get the artist's permission to use her work on my blog. I hope she will not get mad at me :S By the way, please do visit her blog, she is so inspiring.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Hell-101

Biliyorum.Şimdi siz benden Autoshow u anlatmamı, kızlarla ilgili top 10 yapmamı, fotograflar yayınlamamı falan bekliyorsunuz. Ben de o niyetteydim, taa ki gectigimiz persembeye kadar.

Anlatayım; persembe 10:00 ucagiyla İzmir-İstanbul ucmam gerekiyor. Cunku oyle ayarlanmıs, grup halinde gidiyoruz vs vs. Izmir’de o gun yagmuru bırak, tufan var. 8:45 te evden cıkıyorum.Otobandan Gaziemir’e girme hayalleri icindeyim. Ancak unuttugum bir sey var; burası Türkiye. Burada altyapı yok.Burada insanca yasamak yok.Burada saygı yok.Gaziemir altgecitleri havuzdan beter.Arabaların kimisi kalmıs, kimisi minimum hızda geçiyor. Altgecite girmisseniz ve bu manzarayı gormusseniz artık sizin icin cok gec. O altgecitten cıkma ihtimaliniz yok, tek yolu arabanızla yüzmek. Bu kadar aksiliğin doğal sonucu; uçağım kaçıyor. Gaziemir belediyesine saygıların en derinini sunarken bi taraftan da sinir krizi geçiriyorum. Size göre ucak kacirmak dunyanın en basit seyi olsa da 1.5 saat boyunca trafikte sıkısıp elinden hic bir sey gelmeyen bir control freak icin ölüm demek.Bu satırları yazarken hala sinirleniyorum, kulaklarım kızarıyor sinirden. O altgecitte gectigim suyun yarısı kadarını gordugumde saga cekip beklerim ben normalde. Ama oyle bir haldeyim ki o dakika kafama silah dayasalar tetigi ben cekecegim. O suyun icinden caaanım arabamı geciriyorum.Kosa kosa havaalanına giriyorum, yeni bilet alıyorum (254 TL!!!! Zor durumdaki insan evlatlarına elinden geleni ardına koymayan THY ye de saygılarımı iletiyorum) 11:00 ucagi yarım saat rötarlı. Bi daha ağzıma geleni sayıyorum. Sonra fark ediyorum ki fotograf makinemi unutmusum, iste artık zurnanın zırt dedigi nokta o oluyor. Su dakikadan itibaren ucak dusse umrum degil. Bir sekilde ucaga biniyorum. Ucak daha yeni havalanmıs , pilotun anonsu beni aptal ediyor; “Saygıdeğer hanımefendiler, beyfendiler.Ucusumuz esnasında olusacak türbülans nedeniyle size servis yapamayacağız.Lütfen yerlerinizden kalmayınız, kemerlerinizi bağlı tutunuz” Ahanda bi Lost olmadıgım kalmıstı. Benden Kate olurmu bilmem ama ucakta kahvaltı etmenin hayallerini kurmus, asırı derecede ac , sinirli ve fakir bir BB o ucagı yakar normalde ama demiştim ya hani; zurna zırt demiş bende bi kere. Uçak kafa üstü çakılsa umrum değil. Türbülanstan kafam zıplaya zıplaya dergi okuyorum. Ölümüm Vogue okurken olsun bari, daha havalı olur.İstanbul’a varıyoruz, hayret havada patlamadık. Halbuki ben cok emindim benim ugursuzlugum sayesinde tarihe gecegimizden. Gidip valiz beklemeye baslıyorum. 10 dk, 15 dk valiz yok. E bi de valizim kaybolmussa bittigim an olur. Cidden yakarım o THY burosunu. Bi bakıyorum karsıdan benim minik yeşil valizim görünüyor ama rengi biraz nefti mi olmus ne?? Ulannnn!! Valizim sırılsıklam. Hay ben sizin gibi THY nin, sizin calistirdiginiz adamların…. Neyse. Otele gidip uzerimi degistirmem lazım. Plan once fuar sonra oteldi ama planın p sine uyabilmis degilim sabahtan beri. Otelde resepsiyonist arkadas bana sevgilimin otele giris yapacagimdan haberi olup olmadigindan tutun da neden soyadlarımızın aynı olmadıgına kadar akla gelebilecek her turlu salak sacma soruyu sıralıyor. Nedense bir noktadan sonra yuzume bakmadan konusmaya baslıyor. Sanırım gozlerimden cıkan alev ve “senin ananı…” seklinde durmadan gecen altyazılar kendisini rahatsız ediyor. Kartımı veriyor cok sukur de ben de kendisini oracikta bogazlamaktan kurtuluyorum. Odaya cıkıyorum ama bu oda bizim odamız olamaz. Sadece bir gun onceden giris yapmıs sevgili bir odayı bu kadar dagıtamaz. Giyiniyorum, cıkıyorum. Fuara girdigimde saat 14:00!!! Ben saat 8:00 den beri ac sinirli ve ıslağım. Noolur artık bana kimse adımı bile sormasın , kendimi benzin dokup yakabilirim. Sevgilimin olması muhtemel standa dogru ilerliyorum. Telefonlar cekmiyor. Turkcell seni de Allah nasıl biliyorsa oyle yapsın insallah. 8 defa denedikten sonra sevgilime ulasabiliyorum. Bir sekilde bulusuyoruz. En azından sevgilime kavustum, bu da bir basarıdır. Yine binbir zorlukla(artık yazmıyorum-yoruldum) kahvaltı ediyorum, fuarı turluyorum, sevgilimin firmasının basın lansmanını izliyorum ve gece icin hazırlanmak uzere otele gidiyorum. Bundan sonrası nasıl olduysa sorunsuz artık. Sacım yanmıyor, makyajım dagılmıyor, topugum kırılmıyor cok sukur.Sanırım uzerimdeki lanet bile bana acıyıp gidiyor. Gecenin geri kalanı gayet guzel geciyor. Egleniyorum, iciyorum, cosuyorum, cok sevdigim bir sarkiciyi izlerken iyiki gelmişim diye kendimi ikna ediyorum. Bu kadar acıya degermiydi tartısılır gerci ama en azından lanet döngüm 24 saati tamamlamıyor, en cok ona seviniyorum. 28 ekim 2010 persembe gününün yeniden yaşanmaması tek dileğim, Allah baba duy beni. Varsa böyle bir niyetin, sabahtan kafama bişey indirip uyut beni, lanet geçince ben kendim uyanırım merak etme sen.

Fuardan notlar;
• O kızlardan cacık olmaz canlarım. Salın kocalarınızı, sevgililerinizi gelsinler. Sadece Bentley ve Lamborghini standlarına çok uğramasınlar, bi oralar tehlikeli. Diğer kızların çoğu tandır kıvamında, benden en az beş kilo kadar daha şişman ve boyları benimle aynı. Topuklu ayakkabıyla yürüyemiyor olmaları da ayrı tabi, ona hiç girmiyorum. Çoğu arabalarla ilgili 2 kelimeyi bir araya getiremiyor. Ama haklarını yemiyim, bazıları master lı. Mecburen bu işi yapıyor. Kıyafetlere hiç girmiyorum. Seçenlerin gözleri neredeymiş cidden bilmiyorum. Rezalet bir elbisenin eteğini popo altında kısaltmak sadece kızlara zor anlar yaşatıyor, o kadar.
• Audi A1 i çok merak ediyordum. Malum; bendeniz Audi takıntılıyım. Hayal kırıklığına uğradım. Hem çok pahalı, hem yeni hiçbirşey vaad etmiyor, hem de konsolu bile yenilemek akıllarına gelmemiş. Olmamış. A7 vardı bir de aynı standa. Cidden güzel olmuş, bakmalara doyamadım.
• Ferrari her ne kadar seyirlik olsa da kızlar için aynı şeyi söyleyemiyorum. Şortun üstünden sarkan göbek pek seksi değil maalesef.
• Chevrolet’nin Camarro’su müthiş güzel. 2011 de satışa başlayacaklarmış. Her ne kadar Grease müzikleriyle fuarı inletmelerinin sundukları ürünlerle alakası olmasa da, kulaklarımı tıkayıp Camarro’ya bakmaya gittim, gayet de beğendim.(e yok artık bi de beğenmeseydim???)
• Fiat’ın geçmişten günümüze konsepti süperdi. Eski arabalar, yanlarında o döneme göre giydirilmiş kızlar çok akıllıcaydı.. 5 numaralı bölümün en güzel standlarındandı.Fiat 500 de hafif konserve gibi olsa da bence çok şeker bir araba, alacaklara duyurulur.
• Toyota’nın çıkarım senle her yola adı altında dağa tepeye çıkardığı jeep i güzel fikirdi, takdir ettim.
• Mini standı, sıkışık, karışık ve kalabalıktı. Countryman sanki arazi aracıymış gibi tanıtılsa da değil, alakası yok. Consept Car’ları efsane güzel, acil üretime geçmeliler. Standın ve belki de fuarın en efsanesi satış danışmanlarıydı. “Bu araba zaten satıyor, ister alın ister almayın” dedi ya… artık bizden nasıl bir aksiyon bekledi bu lafın üzerine çok merak ediyorum.
• Nissan Juke muthis guzel bir araba olmuş. Arabanın yüzü var resmen. İnanılmaz sevimli. Cidden haylaz kardeş! :)
• Opel standı hem çok büyük ve güzeldi hem de kolay ulaşılabilir bir noktadaydı. Meriva’nın “aç kollarını sar boynuma..” kapıları çok sevimli olmuş. Tam aile arabası. Yeni Astra nın özellikle ön konsolu göz alıyor. Araba almaya niyetiniz varsa kesin değerlendirin bence. Asıl güzel olan GTC’ydi. Gereksiz bir şekilde araba sürekli kilitliydi, içine oturamadım ama martı Jonathan dan esinlenerek yaratılmış kanatları cidden beğendim. Opel sevmesem de etkilenmedim diyemem.
• Alfa Romeo Giuletta’dan aradığımı bulamadım. Dışı güzel, içi ı-ıh..olmamış.Ama Alfa standındaki vintage cabrio yu utanmasam tüm malı mülkü satıp alacaktım. Tabi satarlarsa..
• Her standda birer kova olması "Türkler dünyanın en önemli fuarını da yapsalar yine bildikleri gibi yaparlar"ın ispatı gibiydi. Vileda da gayet reklamını yaptı.
• Bir de tabi fuarı gezenleri yazmam gerek. Herkesin elinde bir fotoğraf makinesi, çoğunun amacı kızları çekmek. Hatta abartıp kızlarla fotoğraf çektirmek. Bariyerleri aşıp Ferrari'nin içine oturup arkadaşına cep telefonuyla fotoğraf çektirmek çok modaydı. Çook kalabalıktı, çok gezildi ama ne kadarı amaca hizmet etti, tartışılır.

Sonuçlar;
• Yağmur yağıyorsa ve senin bir yerlere yetişmen gerekiyorsa, evden minimum 2 saat erken çık. Asla ve asla altgeçitlere girme. Unutma; Burası Türkiye.
• Bu ülkede zor durumda kaldığında diğerleri yardım edeceklerine bir tekme daha vururlar.Sakın şaşırma.
• İstanbul –kardeşin gezdirdiğinde- gayet güzel bir yere dönüşebiliyormuş. İstinye Park’ta alışveriş, Masa’da yemek, Tribeca’da bagel, GS’lılar derneğinde maç süper oluyormuş.Miss Pizza’nın pizzası süper ötesiymiş. Adama hiç içmediği kadar şarap içtiriyormuş. Turkuazoo'daki balıklar özellikle de Nemo'lar çok sevimliymiş. Foruma gidip görmeden dönülmemeliymiş.
• İstanbul-her ne kadar cehennem gibi başlasa da- dönülmek istenmeyecek bir yermiş. Bombalar patlasa da hayat devam ediyormuş. Trafiğini çıkardığımızda İstanbul’da da yaşanabilirmiş.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Ordular...İleriiiiiiii

Sevgilim, calistigi firma nedeniyle 10 gün kadar Auto Show’da olmak durumunda. Yine aynı firmanın “sevgili kontenjan kıyağı” olarak bendeniz de 1-2 gün oralarda olacağım. Auto Show denen hadise yeni arabaları görebildiğiniz, beğendiğiniz ama asla ulaşamayacağınız “makineleri” görmeniz için bir fırsat, başka da bir amacı yok. Eğer benim gibi düşünüyorsanız ya dişisiniz ya da içinizde bilmediğiniz bir yavru kuş yaşıyor. Çünkü pek sevgili arkadaşım Handenin acımasızca attığı nifak tohumları nedeniyle stand görevlisi adı altında totosunu sallayarak dolaşma görevine sahip, bacak boyu 1.20 olan, sarışın süt gibi hatunlar aklımın bir köşesinde benimle yaşıyor.Benim gibi kıskançlığın yanından geçmeyen insan evladından pekala bir canavar yaratılabiliyormuş onu anladım şu an. Evet biliyorum, erkek milleti bu, bakacak tabi, ben de bakıyorum zaten, güzele bakmak sevaptır vs vs. Ama yine ben derim ki işimizi sağlama alalım. Pek sevgili 243 kişiden oluşan izleyici ahalim. Aranızda İstanbul’da oturup da Auto Show’a gidecek olan birileri varsa, siz saygıdeğer kardeşlerimin ulvi bir görevi olacak; Stand görevlisi/Hostesi adı altında bacak boyu ortalamasını yükselten yaratıkları etkisiz hale getirmek. Bu noktada yapabileceklerinizi tamamen sizin hayal gücünüze bırakıyorum ama ben olsam bacaklarına örtü sarabilir, gözlerine biber spreyi sıkabilir ya da çelme takıp düşmelerini sağlayarak hiç olmazsa topuklarını kırabilirim. Elbise yırtmak ya da uzerine su dokmek de ise yarayabilir sanmıstım ama eminim bunlar is kazalarından da gayet verimli faydalanabilir. Aralarında aşifte bi kaç tanesini yakalarsam müdürlerine “arabanızı almak için kaparo getirmiştim ama şu hanfendü bana o kadar saygısız davrandı ki firmanızın gözümdeki imajı sıfır, teessüf ederim” diyebilirim. Ben üzerime düşeni sonuna kadar yerine getirmek niyetindeyim. Sizden de rica ediyorum; beni yalnız bırakmayın. Kökünü kurutalım şunların.
Foto olarak bulabildiğim en temiz olanını kullanmaya calıstım. Eminim bu kızların stand hostesliği disinda cok daha baska kariyerleri de var.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Zor

Hayatımın hem en zor hem de en kolay derbisiydi dun aksamki FB-GS macı. En zor cunku dagilmis, yer yer cokertilmiş, inancsız, guvensiz, ,takım anlayısından uzak,dahası takımı satmayı aklından geciren rezillerle dolu bir takımım var bu aralar. E boyle bakıldıgında 6-0 az gelir diyen fenercellliler haklı cıkar mı acaba diye dusunuyor insan. En kolay cunku kac tane yersek yiyelim takımın bu derece bitmis halini bir daha bulamazlar dusuncesi icerisindeydim. Bilyoner’de GS galibiyetine 4.30 veriyorlar.(OHAA) Nasılsa yenilmek sart, bari adam gibi duralım, biraz ter akıtalım da oyle yenilelim. O zaman gercekten sikayet etmeyecegim diyordum.Cuma aksamından stres tepemde pervane, zaten keyifsizim bu ara ki bu apayrı bir yazı konusu. Pazar sabahı cok guzel bir kahvaltı, sonra dolas dolas, aklında sadece mac varken yaptıgından da bir dereceye kadar keyif alıyorsun. Bari eve gidelim, macı bekleyelim. Hep soylerim, GS maclarına bet yapmam, sarı kırmızı giymem, mactan once soyle yenicez boyle yenicez demem, herkesin totemi kendine, bunlar da benimkiler. Dedim madem hersey ters gidiyor, ben de tersini yapiyim bi bakalım. Sarı kırmızı yakalı GS Store sweatshirt umu mac saatine giymek uzere sabahtan hazırlamısım. Saat 18:00, ben ve sarı kırmızı sweatshirt üm, e bi de sevgilim mac icin hazır, tv karsısındayız. Gerilmedim diyorum ama o 90 dakika nasıl gecti ben bilmiyorum. Kendinden bu derece emin konusan fenerliler bile bir nebze ulan ters gelirmiyiz acaba diye dusunmus anlasılan ki ters gelmelerine ramak kalmıstı :) Oyunumuzdan memnunmuyum, memnunum. Neden? Cunku koştular, çabaladılar. GS’da sorunlar cozuldu mu? Hayır, halının altına supurulmus kafam kadar bir cıkıntı halinde duruyor.

Bir de anlamadıgım su; gecen hafta 4 tane yedik diye asarız keseriz diyen taraftara bu hafta passiflora mı verdiler de bu hafta ask sarkıları esliginde floryaya gelindi? Nabza gore serbeti biz bilmezdik, yonetimle beraber taraftara da biseyler oldu.

Tarihe not; Ben bu yazıyı yazarken sirketteki yeni gorevim bana acıklanmadan tum sirkete yazıyla duyuruldu. Biz de GS gibiyiz, arada bozuk saat gibi dogruyu gostersek de, gercekte hersey ters işliyor.

22 Ekim 2010 Cuma

It's friday


Grace Kelly By Howell Conant

21 Ekim 2010 Perşembe

Uğurlar olsun

Onun gidişini hazmetmem zaman alacak ama onu gönderenler adına duyduğum utanç azalmayacak.

O her zaman bir beyefendiydi.Hep çok asildi. Bize de onu asaletle uğurlamak yakışır.
Başımızdakiler farkında olmasa da biz Ali Sami Beylerin, Hasnun'ların, Metin'lerin ahvadıyız.

Rijkaard'ımızı uğurluyoruz. Alkışlarla..

http://www.footballove.com/2010/10/20/rijkaardimizi-ugurluyoruz/

Footballove'a tesekkurler.

I can't do well

Gercekten yapamıyorum.Olmuyor.Bir yerlerde bi hata var.İkimiz birbirimize uygun degiliz.Ben sana fazlayım bence ama sen tam tersini de dusunuyor olabilirsin.Her ne kadar gunumun buyuk bir bolumunde boyle hissetmeme neden olacak seyler olsa da bazen diyorum ki oluyor galiba, yapabiliyoruz biz ikimiz.Ama ben daha dusuncemi hazmedip yenilerine yelken acmamısken pat! oyle birsey oluyor ki daha da hızlı kacmaya calısıyorum senden.Dedim ya bir yerlerde bir hata var.Belki bilsen benim bu hislerimi birseyler yapacaksın duzeltmek icin ama malesef verdigin izlenim de tam aksi.Umrum diil sen ne hissedersen hisset etrafta senden cok var diyorsun gibi geliyor bana.Tamam belki ben kolay demoralize oluyorum, belki self-motivated olmanın hakkını veremiyorum ama sen de katlanılacak gibi degilsin bazen.En dogrusu ikimiz icin de bu isin bitmesi. En kısa zamanda ama en dogru zamanda.Dogru zaman derken seni dusunmuyorum yanlıs anlama, senin umrunda olmadıgım icin gidisim de cok bozmaz seni.Kendim icin en dogru zamanı bulmalıyım.Boylece gogsumdeki fili kaldırıp atabilirim.Boyle boyle hasta oluyor insanlar "işte".

Cok birsey istemiyorum bence.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Bugün

Bugün özel bir gün. Bugün 6 da uyandım ben. Normalde 7:30 da sürüklenerek kalkarken o yataktan, bugün zıplayıverdim. Farklı olması erken uyanmam değil elbette. Bekleyin..anlatıyorum. Giyindim, hazırlandım, fotoğraf makinemi kaptığım gibi dışarı fırladım. Hava daha aydınlanmamış, usul usul yağmur yağıyor. Gideceğim yeri biliyorum aslında ama belki de biraz da heyecan var işin içinde diye çok dolaştırdım kendimi. Halbuki tahmin ediyordum daha kısa yollar olabileceğini. Acele ettim kendimce, ama yetişemedim. Ben vardığımda hastaneye onu daha yeni içeri almışlardı. Yer 5. kat, saat 7..Bir baba adayı, bir teyze adayı, bir anane, bir babanne, 2 dede adayı, bir de ben. Gerim gerilmek bu olsa gerek. Bir ses, bir haber..Dışarı çıkan her yeşilliye meraklı gözlerle bakmak.20 dakika süren bitmeyen bir bekleyiş. Kapı açıldı. Hemşirenin kucağında minicik bir oğlan. Gözler açılmıyor, ağlasam mı ağlamasam mı bilemiyor.Babayı belki de hissediyor çünkü gözler açılınca babaya bakıyor. Camın arkasına aldılar sonra onu. Göbeğini kestiler, sardılar, sarmaladılar, paket gibi kenara koydular. Tabi biraz da aşı maşı derken ağlattılar. Dediler "alın oğlunuzu aşağıya inelim, anne daha sonra gelecek"Ne fena bir his hem bekleyenler için hem anne için. O içeride tek başına.Az önce oğlu vardı içinde, yanında ama şimdi tek başına. Aklında belki de binlerce düşünceyle ..iyi mi? herşey yolunda mı? kime benziyor? Biz, aklımız onda, aşağıda, aylardır beklenenin yanında. Çok geçmiyor, anne de geliyor. Belli yorgun ama yüzü gülüyor. İlk beni görüyor "sen de mi geldin?" diyor sedyenin üzerinde yan bakarken. Gelmeyip de ne yapacaktım ki? Laf! Sedyeyi yatağın yanına yanaştırıyorlar, hoop anne de kendi yatağında. Oğlunu görmek istiyor. Dikişlerinden kıpırdayamasa da kafa hep yana dönük, onu bekliyor. Sonunda hemşire geliyor, emzirme faslını anlatacak hem anneye, hem yardımcılarına. Ne zor işmiş bu! Annenin sütü geliyor da bebek emmiyor ki? Nasıl olucak? Benim bile içime fenalıklar gelirken annenin tek düşüncesi bebeği, ne dikişleri, ne kolundaki serumu.Onun ilk yudumları çok önemli. Bağışıklık sistemi o an gelişmeye başlıyor. Çok zor oluyor ama babayla bu iş hallediliyor. Erkekler daha teknik bakıyor sanırım soruna, formül bulunuyor, bebek susuyor, o mutlu, biz mutlu.Annenin yüzündeki huzur öyle kolay okunuyor, öyle belli ki..çok yakıştı anne olmak. Aferin Berk'e, doğru anneyi seçmiş kendine.

Bugün 20 Ekim 2010. Benim için Berk Bebeğin doğumgünü..ilk nefes alışının.Ömrü uzun, şansı bol, sevdikleriyle birlikte, uzun uzuuuun ömürler geçirsin, hep böyle masum kalsın, hiç üzmesin, üzülmesin.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Mavi


Yağmurlu bir pazartesi..Seviyorum ben yağmuru soğuk olmadıktan sonra.

Haftasonu koşuşturmalıydı yine. Cumartesi günü annemin beni delirtmesi için 42 dakika yetti de arttı bile.Neden diye sormayın.Öyle işte. Ara ara diğer anneler gibi olduğunu zannediyor, ona bozuluyorum en çok.Ya da ben de diğer anneler gibi olmalıyım, benim ne eksiğim var, onlar çemkiriyorsa ben de çemkirmeliyim, doğrusu bu heralde diyor kendi kendine.Benim annem herkesten farklı derken bana ters köşe yapıyor. Sonra ben üzülüyorum, o üzülüyor.Anlaması için birilerinin üzülmesi gerekiyor. Dedim ya..öyle işte.

Pazar akşamı benzimi yettirmek, altımı ıslatmak ve açlıktan bayılmak arası bir noktada vardım İzmir'e. Sevinemedim üçünün de olmadığına. Galatasaray'la köpürtülmüş bir sinir harbi içindeydim yine. Yine diyorum çünkü gün yüzü göremedik bir türlü. Hele bir de imparator falan dedi ya tribünler, daha da sinir oldum. O devir bitti be kardeşim, anlayın bi artık.Bir yönetim kurulu toplantısı lafıdır gidiyor dünden beri ama bence Rijkaard gitmiyor.O derece saçmalayamayız, yolu yok. Bunları yaşamamızın tek sebebi benim uğursuz kardeşimin o maçta olmasıydı, bitti gitti.Benim delirdiğim noktada sevgilim yetişti, Julie& Julia'yla tedavi etti beni. İkinci defa izledim, ikinci defa Merly Streep'in neden oscar alamamis olduguna anlam veremedim.

Sonra geldim bugün güzel haberler aldım. Duydum ki çok sevdiğim bir arkadaşım bebeğini çarşamba sabahı dünyaya getirmeye karar vermiş.Sağ, salim, mutlulukla, huzurla gelsin Berk bebek.Bence bu haftanın en güzel haberi bu.Bir süredir tatsız haberlere alışmış bünye, iyi geldi.

15 Ekim 2010 Cuma

Erman denen..

Erman Kuzu karakterini bu adamdan ilham alarak yazmıslar bence.İsim bile aynı.

Kendisinin ve posta gazetesi spor servisinin guzide elemanlarının kafalarını tespih gibi ipe dizip pilates topu niyetine sıkıstırmak istiyorum.
24 saat yorulmam.

Erman pasa, soyledigin seyi yapamıyorsun bir suredir heralde.Ondan bu kuyruk acın.
Seni de spor yorumcusu diye adamdan sayıyorlar ya bu ulkede, ben olsam sana tuvalet temizlettirmem.
Yazık..

Nefretim oyle bir asamada ki dayanamadım yazdım, ki bence hissettiklerimin yanında neredeyse hicbirsey yazmadım.

It's friday


Lavazza Calender 2011

13 Ekim 2010 Çarşamba

This I love..

1.Klasik kanepe deseninden esinlenerek yaratılmış bu "gadget case"leri

2.Çok yakın bir zamanda benim olacak dondurma makinamla yapacağım bu "sorbet"yi

3.Topuklu ahalisinin hepsini ama o koca kurdelesi ve topuğundaki iğnesiyle beni benden alan bu platformları

4.Tam da görmekten bıktım dediğim hunter çizmelerin yeni türemiş bu quilted hallerini

5.Steve Mcqueen'in-yeni versiyonu en sevdiğim film olan-Thomas Crown Affair'de taktığı bu güzelim Persol'leri

6.Aston Martin'in önümüzdeki yıl piyasaya sürülecek yeni şehirlisi Cygnet'i..en çok da kıpkırmızı iç döşemesini

12 Ekim 2010 Salı

Süt


Ara ara yazıyorum, sağlıkla ilgili her türlü hadiseye ekstra takık durumdayım artık. Eskiden de önemliydi ne yediğimiz. Hasta olmamak için, işe yararlığımızı koruyabilmek için.Ancak son zamanlarda bu mevzu artık çok farklı boyutlara ulaştı. Çünkü eğer yediğiniz domatesin %100 organik, ilaçsız, katkısız olduğundan emin değilseniz, ki belki de emin olmanın tek yolu bizzat kendiniz yetiştirmeniz, zehir yiyorsunuz demektir. Süpermarketlerde gördüğünüz ışığı yansıtacak kadar parlak, hepsi aynı boy, plastik gibi olan domatesler var ya.. hah işte onları Pamuk Prenses’teki cadı uzatıyor size.

Bir de şimdi sütümüze, tereyağımıza, yoğurtumuza ve hatta o masum çikolatamıza el uzatmaya başladılar. İneğin memesinden akan süte ne karıştırabilirler di mi aslında? Karıştırmıyorlar zaten, çakma süt olarak süt tozu kullanıyorlar bir de utanmıyorlar süt tozuna protein değerini yükseltmek için melamin karıştırıyorlar. Bu melamin denen madde her ne kadar kafiyeli olsa da size vitamin gibi gelmesin, anneannelerimizin evindeki melamin tabakların üretildiği maddenin ta kendisi. Diğer adıyla zehir. 2008 yılında Çin’de 3000 civarı çocuk bu tipte üretilmiş süt tozu nedeniyle hastanelik olmuş ve hatta 6 tanesi de ölmüş. Amerika Çin’den süt tozu ithalatını durdurdu, raflardaki ürünler toplatıldı. Hal böyleyken, her şeyi çok iyi bilen canım ülkemin canım yetkilileri 6.10.2010’da bu tip süt tozu ithalatına izin verdi. Böylece hem bizi hem de süt üreticilerini bitirmeleri farz oldu, oh ne güzel, bir taşla iki kuş.

Süt çok hassas bir konu artık. Çikolata yiyemeyecek boyuta getirmiş durumda bizi. Fikir sahibi damaklar çok iyi anlatmış durumu. Size ve çocuklarınıza zehir verilmesine izin vermeyin. İçeriğinden emin olmadığınız hiçbir ürünü satın almayın. Madem bizim devletimiz sağlığımızı emanet edebileceğimiz bilinçte değil, ipleri elinize alın. Her zaman aldığınız tereyağının, yoğurdun etiketini okuyun. Satışlarını eskisi gibi yüksek tutabilmeleri icin, sizi ikna etmek için, uğraşmaları gereksin. Kolay olmayın, taviz vermeyin. Aldığınız yoğurdun üzerinde “çiğ sütten yapılmıştır.süt tozu kullanılmamıştır” yazmadığı sürece o yoğurdu almayın. O yoğurdu yemenin bedelini siz ödemeseniz de çocuğunuz kesin ödeyecek, bundan emin olun.

8 Ekim 2010 Cuma

It's friday

Photo by BB.

EDIT: Asıl yerini buldu. Sarı-kırmızı şeyler.

7 Ekim 2010 Perşembe

Benden Madam olur, ama Adam olmaz

Pek bi melisalıyım bu ara. Hayır, Melisa diye bir arkadaşım yok, hiç olmadı. I-Ih, VW Melissa'lar da değil bahsettiğim. Onlar benim olacak bir gün, aradığım rengi bulduğumda. Haplıyım bu ara, melisa haplı. Prozac'ın 7-8 aşama öncesi. Level-1 Melisa hapı; sakinleştirir, yaşanılan ortama uyum sağlanmasını sağlar, susturur, oturtturur. Başka türlü bu ömür geçmezki buralarda. Benim söylediğime önce hayır diyip sonra sanki kendi söylemiş gibi söyleyenle geçmez ki! Saygı problemim var benim. Mesela erkek adamın futboldan anlamayanına, takım tutmayanına, alkol almayanına, ben birşey anlatırken ürkek ürkek gözlerini kaçıranına sonra olmayan otoritesiyle birşeyler isteyenine saygım yok benim. Hayat bilgisi olmayan, kültürü olmayan, loser adama daygı duyarmıyım? Duymam.Saygı duymadığım adamın lafını dinlermiyim? Hayatta dinlemem. E nooluyor? Bu inatçılığım, dik kafalılığım başağrısı, derin derin nefes alma olarak bana geri dönüyor. Melisa hapımı içmişmiydim diye düşünülüyor. O an içildiyse de placebo etkisi yaratıyor.

Bi de midem bulanıyor bu aralar. Padişahın kızıyım mübarek. Totomun yedi kat altına bezelye koysalar hissedicem. Pazar akşamı yediklerim hala gece gündüz benle beraber. İştahım da kalmadı. Gastrit bence. Stres tetikliyor. Bu kafayla daha da beterini olurmuyum? Olmam diyemiyorum.

Ah keşke ben de ayıya dayı diyebilen ahaliden olsam. Bak o zaman nerelerdeydim, neler yapıyordum. Ama yok mu şu hakkaniyet duygum, yok mu şu politik davranamayışım. Ah , aaah.. olucak gibi değil. Ben daha çok melisalara boğulurum. Çayını da içerim, çiçeğini de koklarım, hapını da yutarım.

Fotonun konuyla alakası yok. Kendileri Nars Bento Box Set oluyor.Geleneksel Japon tiyatrosundan esinlenerek yaratılmış, çok yoğun ve özel yapım fırçasıyla gelen ruj setleri. Kabuki gibi. Hem kendileri hem de fotoğrafı çok hoşuma gitti, melisaya sos olsun diye koydum.

6 Ekim 2010 Çarşamba

20 ay, 1 gun

20. ay kutlamaları pek de guzel oluyormus. Hem dunyanın en güzel çiçeklerinin kokusu oluyormus hem de rakı-balık oluyormus bi de yanında dondurma. Dedim ama, bu performansı 21de 22de 23de 24de de bekliyorum dedim. O da dedi ki ama kara kışta dondurma yiyemeyiz ki? Ben de dedim ki olsun, ben yerim, sen yeter ki kutlamalarımızı sahipsiz bırakma.

5 Ekim 2010 Salı

20


20 de 1 yapabilmişim ancak.
Söz, 21 de ilk ben hatırlıycam.
Ne de olsa uğurlu sayım.

Nice mutlu aylara...

Fermuar sıkıştı

Hani diyorum ya zaman zaman, insanların okullardan aldıkları eğitim bir noktaya kadar değerlidir. Asıl eğitim ailenin verdiği bilgi, görgü, terbiyedir ki bence benim milletimin en büyük eksiği bu noktadadır. İşte bu yüzden babası profesör olan ODTÜ mezunu arkadaşım hala kaşıkla pilav salata takılıp benim peçeteme ağzını silebilmektedir. Telefonla konuşmak da bir nev'i görgüdür bence. Sonuçta telefon denilen aletin icadı 1876 da yapılmış. Babam çocukluğunda bile evde telefon olduğunu hatırlıyorsa eğer, şu an etrafınızda gördüğünüz aklı selim tüm ahalinin telefonla görüşme adabından nasibini almış olması gerekmekte. Tabi bu teoride..Hala telefon açıldığında "ben fiyat alcaaadım" diye konuşmaya giren süzükler bol miktarda mevcut. Bi dur kardeşim Günaydın de, adını söyle, gerekiyorsa şirketini söyle. Kazara böyle bir terbiye canavarı beni arayıp "sizde mızır varmıydı?" diye konuşmaya girerse hiç utanmadan sıkılmadan"size de iyi günler. hayır biz de mızır yok" diyorum. O utanmıyorsa ben hiç utanmam. Bu adamlar çoluk çocuk büyütüyor bir de. 50 sene sonra da görgü yoksunu bir millet olacağımızdan hiç şüphem yok.

Sabah işe gelirken Power FM'de Med Line'dan birileri konuktu. Ambulanslar için fermuar yöntemi dedikleri yeni bir geçiş yolu denediklerinden bahsetti. Neymiş fermuar? Ambulans orta şeritten ilerler. Bu esnada ortadaki arabalar sağ ve sol şeritlere girmek suretiyle yolu bir fermuar gibi açar. Bakalım ne kadar başarılı olacak ben de çok merak ediyorum. Sonuçta trafikte yol vermek ve yol almak gibi kavramlar bizim için zurnanın son deliği. Bütün yolları babamız yaptırmıştır, bütün yollar bizimdir. Dolayısıyla sinyal vermek, dönerken şerit korumak gibi kavramlar son derece gereksizdir. Ambulanslar da bizim gibiler için yol verdiğimiz değil, bize yol açan araçlardır. Arkasına takılmak suretiyle gideceğimiz yere en hızlı varmak esastır. Bu nedenle fermuar falan bize vız gelir. Biz yerimizi kimselere vermeyiz.

Halihazırda 4 yaşında olan ve çook sevdiğim arabamla yapabildiklerim çok kısıtlı. Ancak frene bastıktan sonra üstüme çıkmak üzere olan hayvana selektör yapabiliyorum. Ancak çok yakında bir gün, külüstür bir şahin aldığımda o frene asla basılmayacak. O zaman görürüz bakalım el mi yaman bey mi yaman. Ahanda buraya yazıyorum.

1 Ekim 2010 Cuma

Yetenek Sizsiniz Türkiye Vol.4


Motor reklamı mı yoksa gelinlik reklamı mı diye sormayın.
Benim de kafam cok karısık.

It's friday

Keyfimiz yerinde bu ara.
Hem keyfimin , hem benim..

28 Eylül 2010 Salı

Yaz bitmiş

Koca yazı da bitirdik. Cumartesi akşamı Çeşmede babaannemin balkonunda rakı-balık yaparken aniden bastıran yağmurla anladım artık sonbaharın geliyor olduğunu. Yağmurla beraber içeri taşınan masa çok da değiştiremedi keyfimizi. Kahvelerimizi de tek sıra halinde pergulenin altına sıralanıp içtik . Beyaz şortu, ayağında terlikleri ve elinde şemsiyesiyle marinaya koşturanları izlemek -hele siz ıslanmıyorken-gerçekten keyif oluyor, o ayrı :)

Pazar günü esen deli deli rüzgarların ise nereden çıktığını hala anlayabilmiş değilim. Herşey bir tarafa, kendileri bana L şeklini almış panjurlara mal oldular. Maddi zararım var evet, ama bi de perdesiz evimde kısacık geceliklerle gezemiyor olmanın getirdiği manevi zarar var ki, paha biçilemez. Kendimi BBG evinde hissediyorum 2 gündür ve bu durum hiç hoşuma gitmiyor.

Galatasaray'ımın maçı vardı pazar akşamı. Unutmuşum Kordon'da maç izlemenin keyfini. Uğurlu geldi bize deniz havası almak. Allah Baroş'uma zeval vermesin, yırtılan o sol arka adalesini tez zamanda iyi etsin, derbilerde de gol dersi vermeyi nasip etsin inşallah.

3 aydır danalar gibi gezmenin sonucunda ara verdiğim pilatese yeniden başlayıp, benim alkol, dondurma ve bilimum zararlı etmenin önderliğinde hafifçe kabarmış popoma inat, hocamın yaz boyunca daha küçülmüş poposunu görmek, bünyemde felç etkisi yarattı resmen. Buzdolabını açıp elimi her çikolataya atışımda aklıma ortadan birleştirilmiş 2 tane şarap kadehi görüntüsü geliyor. Ruh sağlığım tehlikede.

Bir önceki posttan da anladığınız üzere artık daha sık buralarda olacağım. Anlatamadığım dünya kadar fotolu aktivitem var ki sıralamak gerekirse; U2, Paintball turnuvası, GS-Buca maçı vs vs. Bu zavallımlar zamanaşımına uğradı malesef . Ama teknik imkansızlıklar nedeniyle elde edilmiş tembellik bitti, BB is back ;)

Çalsın sazlar, oynasın kızlar


Dıt dırı dııııııttttt
Artık iphone umu modem olarak kullanıyorum. Bu demek oluyor ki yeniden yayındayım.
Şükür kavuşturana.

24 Eylül 2010 Cuma

It's friday


17 Eylül 2010 Cuma

We are the people

sabah akşam
aç tok
mutlu mutsuz
non-stop

bu şarkı

bi de şirkette şarkı çalarken alttan alttan dans etmesem daha güzel olucak ama kendimi tutamıyorum napıyim

It's friday

16 Eylül 2010 Perşembe

Post-It

-Telefonuna işten güçten yarım saatte bir beeellllki bakan canım sevgilim bana yukarıda görmüş olduğunuz mouse u hediye etti, beni pek mutlu etti. Pembesinin olduğunun bile farkında değildim, ısırasım var, öyle sevdim.

-Cumartesi akşamı planlarımız şimdiden belli. Galatasaray'ım İzmir'e gelir de benden kaçar mı? Orada olacağım. İnşallah Galatasaray'ım da orada olur!

-Bugün TED'de bir konuşma izledim. Kısaca özeti şudur ki; hayatta bir amacınız varsa susun. Eğer bundan etrafa bahseder, bi de güzel yorumlar duyarsanız beyniniz sanki başarmışsınız gibi gereksiz hormonlar salgılamaya başlıyor ve siz artık o noktaya ulaşmak için yeterince çabalamamaya başlıyorsunuz. Çok mantıklı. İçinde hiç bisey tutamayan BB bundan sonra ağzını bantlar da gezer.

-Adı Y ile başlayan bir arkadaşımı aramak için telefonu elime aldığımda gördüm şimdi benden çok uzaklarda olan amcamın adını. İnsanlar gidiyor ama izleri kalıyor. Ufak bir numara bile silinemiyor yer ediyor. Ben aradığımda "amcam" diye telefon açışı geldi aklıma, bıçak saplandı içime. Gece rüyamda gördüm sonra onu. Çok hatırlamıyorum nasıl gördüğümü ama iyi gördüm sanırım, çok ağlamamışım, ordan belli. Normal hayatında neredeyse hiç ağlamayıp rüyalarında ağlama krizine giren biriyseniz eğer, bu önemli bir kriter.

-Yaz bitiyor sonbahar geliyor ağır ağır. Gece uyurken pike örtünemiyorum artık, pencereyi de kapadım. Yaz severim ya ben hani. Bu yazdan hiç birşey anlamadım ki ben. Çok koşuşturmalıydı herşey, bi oraya bi buraya. O yüzden sonbahar iyi geliyor bana. Evime dönmek, evimde olmak iyi geliyor. Yanlızlık da lazım arada, hoşuma gidiyor sessizlik. Sürekli evime birşeyler alasım var bu aralar. Tam 1,5 senedir tuvale basılmayı bekleyen fotolarım var. Haydi iş başına artık.

15 Eylül 2010 Çarşamba

İşimiz Allaha kaldı

Basit bir anlatımla X inanç düzeyini, Y para düzeyini temsil ederse eğer, fakirseniz işiniz Allaha kalır, zenginseniz kendi işinizi kendiniz halledersiniz diyebiliriz. (c.p.)
Yani, bir ülkede kurtulmak istediğiniz bişeyler ya da "biri"leri varsa önce zengin olmanız lazım.

A-Türkler nasıl zengin olur?
B-Allah büyük.

Via & Via

13 Eylül 2010 Pazartesi

Şampiyon ikinci


Basketboldan anlamam ben. Steps filan bilirim, o kadar.
Oyuncularımızı da tanımam etmem. İbrahim Kutluay bilirim en sosyetiğinden, o kadar.
Bilirdim daha doğrusu.Ta ki bizi mest eden kırmızı beyaz formalı takımımızı izleyene kadar. Heyecanlı, gururlu, stresli, zevkli, kalp krizi geçirmek üzere iki hafta izledik sayelerinde. Hangi takımda oynadıklarını dahi bilmeden tüm oyuncularımızın adını sayabiliyorum artık. Ezberlettiler isimlerini.

Formayı haketmek bu olsa gerek.
Mutlu olmak bu olsa gerek.
Binlerce teşekkürler.
Bence şampiyon(uz)sunuz.

Tercih Meselesi

Üç yanlış bir doğruyu götürdü
Yine sınıfta kaldık

9 Eylül 2010 Perşembe

Mutlu Bayramlar

Hepimizin seker bayramı kutlu olsun.
Evimizden saglık, huzur, mutluluk eksik olmasın.
Hep "biz" olalım, "birlikte" olalım.

Sevgiler

-Bir pembe balon da ben ucuruyorum Nehir icin.

7 Eylül 2010 Salı

I'm gonna live forever


Çimento kamyonu olmakta kendileri.

Pre-U2

Once sunu gormeniz lazım. Saatlerce yürüdükten, koştuktan, yağmur altında ıslandıktan ve yeniden kuruduktan sonra sevgilimin ve benim converse'lerimizin hali. Benimki size daha temiz gibi gorunebilir, kızların farkı demek isterdim, diyemiyorum. Yakından benimki de aynı bu şekilde; leş!

Dün 12:30'dan işten çıktım. Koştur koştur işe gittim, hazırlandım, diş fırçam ve geceliğimi sırt çantama tıktım. Koştur koştur havaalanı , uçak derken ve işte İstanbul'dayız. Havaalanından ilk iş kendimize sandviç ve su alıp çantamıza tıkıştırıyoruz.İyiki de yapmışız, stadın yanında satılan ne idüğü belirsiz sandviçler havaalanı tarifesinden pahalı. Taksi bulup direkt stada gitme zamanı. O ne biçim stad yarebbim, kocaman. U2'nun uzay gemisinin ucu görünüyor dışarıdan, ay heyecanlandım mı ne ? :) Bir kapıdan giriş yapmayı deniyoruz, "ilerleyin kapıyı görürsünüz" diyorlar. Bizim biletimiz saha içi, I kapısını arıyoruz..da kapı yerine bitmek bilmeyen bir sıraya denk geliyoruz.

Ne için bu sıra? İlk 2500 den biri olup koluma eşşek kadar numara yazdırıp içeri ilk girenlerden olabilmek için. Çok umrumuzda diil ilk girmek ama "önce onlar alınacak isterseniz 1,5 saat kadar bekleyin, size de sıra gelir" lafını duyunca kenarda bekleyeceğimize sıraya girelim diyoruz. 45 dk civarı bekledikten sonra bir karmaşa başlıyor, sıralar karışıyor, yan tarafta yeni bir sıra oluşuyor, insanlar o tarafa kaymaya başlıyor. 2500 bitti dedikoduları bize kadar ulaşıyor. ve o koca sıradaki insanlar sırayı falan boşverip dalga halinde kapıya hücum ediyor. Birileri dellenip itiverse insanlar konserlerde nasıl ölüyor bizzat tanık olmam işten değil. Bir şekilde kapıyı bulup kendimizi içeri atıyoruz. Sahne karşıdan i-na-nıl-maz görünüyor. Nefesim kesiliyor.

Fotolar, fotolar.. durmuyoruz, sahne önüne doğru devam. Eeee..nerde bu 2500 kişi? Biz sahneye bu kadar yakınsak, bu insanlar neden kendini yırtmış erken girmek için? Neyse..karnımızı doyuralım, Snowpatrol çıkacak birazdan. Çok merak ediyorum onları. Çok sevdiğim şarkıları var. Türkiye'de olmaları büyük şans. Bu hayallerle yerde popomu dinlendirirken, o da ne?? Kafama yağmur mu düştü bana mı öyle geliyor? Yağmur yağıyor, hem de nasıl yağıyor. Yanımızda yağmurluk, şemsiye vs yok ki? 10 dk önce "reynkoot fayf lirağ" diye bağıran ahali de mi yağmurdan kaçtı acaba? Üzerimde kapşonlu bir merserize, sevgilimde sweatshirt. Ben kafamı korumaya çalışıyoruz, ona çantadan yedek t-shirt bulup kafasına sarıyoruz. Yan tarafımızdaki Bulgar'ları yağmurluğu battaniye gibi açıp 8 kişi altına civciv gibi sıkıştıkları için kınamayı bırakıp, mevzuya biz de dahil oluyoruz.

Gerçi 2 dk önce bana o yağmurlukta yer açan sarışın Bulgar kız sevgilisini görünce beni unutuyor, ben yine açıkta kalıyorum:( Neyseki sevgilim yağmur bulutlarıyla arama siper oluyor. Sahnede bir hareketlenme başlıyor. Haaayyyııırrr, sahnenin üzeri örtülüyor :( Yoksa konser iptal olur mu? Olmaz canıım. Bono şeker mi ki erisin? Bizi sırılsıklam eden yağmur sonunda diniyor ama üşümeye devam ediyoruz. Bir kişi bile yerinden kıpırdamamış, anlaşılan kimsenin iptal edileceğine dair düşüncesi yok. Veee sonunda.. biraz geç de olsa Snow Patrol sahnede. Solistleri çok eğlenceli, üstelik bizim için kırmızı-beyaz giyinmiş. Ama yağmurla gelen üşümeyi Snow Patrol çok da geçiremiyor. Bir kaç ısınma turuna daha ihtiyaç duyuluyor.

Önce Run geliyor.Aaagghhh .. çok güzel söylüyorlar.Arkadan Chasing Cars..süpersiniz. Bütün U2 ekibi sahnede, "if I lay here" derken, herkes yerlere uzanmış. Görüntü müthiş. İşte şimdi ısındım.Snow Patrol "tişekkürleğğğ" diye diye sahneden iniyor. Veee işte asıl heyecana hazırlık. Yukarıda dakika sayan bir saat var ama o yelkovan bir türlü ilerlemiyor. Herkes sahnede. Önce yağmurdan korkup da kurulan çadır indiriliyor, sonra kontroller kontroller.. Belim beni öldürüyor :( yaklaşık 45 dk sonra işte beklenen an; Bono bir milyon parçadan oluşan mühendislik harikası ekranda görünüyor.....Daha çok çığlık atmalıyım; Bonooooooooooo..............