26 Aralık 2016 Pazartesi

Mükemmel anne olmak




Yana yakıla arayıp bulduğum "Bringing Up Bebe"yi sonunda okumaya başlayabildim. Bitmeyen işler güçler arasında popomun yer gördüğü yegane zaman olan emzirme kısmında kızıma çaktırmadan yandaki sehpaya açıp okumaya çalışıyorum. "Neden çaktırmadan?" derseniz bizim sıpa benim sayfa çevirdiğimi görürse memeyi bırakıp tıslayarak kitabı kapmaya çalışıyor. Orada da rahat yok, evet. Kitabı sehpaya açıp 3.5 numara gözlerimi belerte belerte okumaya çalışıyorum işte.

Kitabı bilmiyor olabilirsiniz, azıcık anlatayım. Fransız kocasıyla Paris'te yaşayan Amerikalı bir annenin, Fransa'da annelikle Amerika'da annelik karşılaştırmaları diyebiliriz kısaca. Daha doğrusu Amerikalılar neleri yanlış yapıyor, Fransızlar neleri iyi yapıyor filan. İlk bölüm uyku eğitimi ile ilgiliydi. Bebek ağladığında biraz beklemenin iyi olduğunu anlatmış kitap ki Fransız anneler için 4. ayda hala tüm gece uyumayan bir bebek ancak annenin başarısızlığı. Aynen 3. ayda eski kilosuna dönememiş anne gibi. Kızım doğduktan sonra 1. ayda eski pantolonlarımın düğmeleri çok rahat kapanıyordu, evet ama gecede 35000 kere kalkan bir kızım var. Sanırım tam bir Fransız anası olamamışım henüz.

Kitaptaki bölümlerden biri mükemmel annelik üzerine. Amerikalı anneler çocuklarını büyütebilmek uğruna işini gücünü bırakıp evde oturmayı zul görmez, Fransız anneler evde oturmayı aklına bile getirmez. Çocuğunu 5. ayda kreşe rahatlıkla bırakır ve yoluna devam eder. Amerikalı anneler büyük çocuğun tenis dersi esnasında küçüğü piyanoya yetiştirir, sonra ortancayı arkadaşının doğumgünü partisine bırakır, büyüğü alıp baleye götürür filan ki kitapta buna taxi-maman demiş. Ayrıca çocuklara 1 yaşından itibaren Çince, Rusça ve İspanyolca dersi aldırıp, her tür köklü okulun bekleme listesine girer. Fransız anne tüm bu aktivitenin gereksiz olduğuna inanır. Oldu da yanılıp çocuğu yüzme kursuna filan götürse de en son beklediği şey çocuğun yüzme öğrenmesidir. Amaç çocuğun suyla "tanışmasıdır". Amerikalı anne çocuğuyla parka gittiğinde sürekli "Dikkat et" "Basma" "Koşma" diye bağırıp onunla birlikte kaydıraktan kayar. Fransız anne ise çocuk kendi kendine yürüyebildiği ilk andan itibaren onu parkta özgür bırakıp diğer Fransız annelerle-asla başka milletten olamaz-sohbet eder. Amerikalı anne, anne olduğu andan itibaren kirli sweatshirt ve eşofmandan oluşan anne üniforması ile gezerken, Fransız anne yukarıda da bahsettiğim üzere eeeen geç 3. ayda skinny jean lerine geri dönmüştür bile. Amerikalı anne mükemmel anne olamadığı için her gece kabus görür, Fransız anne kendisinin en mükemmel anne olduğuna inanır.

Allah herkese Fransız anne özgüvenini versin tabi. Bana sorarsanız Amerikalı annelerin yaşayış biçimine "sadece anne olmak" denilebilir ki bence Türk analığı da çok farklı değil. Anne olduğun günden itibaren sadece minik yavrun için yaşa, onun yemesi, içmesi, uyuması için Starbucks'ta içeceğin bir adet Gingerbread Latte'ni bile yarım bırakıp koşa koşa eve gel, arkadaşlarını unut, kız arkadaşlarınla çıkıp bir kadeh birşey içmeyi aklına bile getirme, sonra o çocuk büyüdükten sonra da otur evde bekle ki minik yavrun haftada bir yarım saat uğrayıp seni görsün. O hafta gelmezse aç telefonu, çocuğuna onun için saçını nasıl süpürge ettiğini, hayatın o olduğunu çemkir dur. Tanıdık geldi mi? Etrafınızdaki annelerin çoğu böyle yaşamış ya da halihazırda yaşıyor işte. Çocuklarının parka salıncağa tek başına binmesini istemeyen anneler çocuklarının sırtından ellerini çekemiyor bir türlü. O çocuk kendi hayatını kursa bile hep annesinin evde onu beklediğini düşünüp vicdan azabı çekiyor. Fransız anneliği ise anne olduktan sonra kadın olduğunu unutmuyor. Öyle ya, emziriyor olması o göğüslerin hala seksi olabileceği gerçeğini değiştirmiyor. Tamam emzirme konusunda çok istekli değil ama yine anne olması kadın olmasına engel değil işte. Kendi hayatını unutmuyor çocuğu yaptı diye. Hatta üzerine tatlı bir rahatlık geliyor anne olduktan sonra. Amerikalı anne gibi yanlış çocuk kitabını aldı diye o çocuk büyüdüğünde seri katil olmayacak ona göre. Çok da büyütmenin gereği yok öyleyse.

Benim nazarımda kantarın topuzu Fransız anneliğine daha yakın. Tam olarak orada değilim gerçi. Gitgide daha iyi oturtacağım kafamda mevzuyu çünkü ben 35 senedir bu dünyada mevcutum. Benim bir hayatım, birlikte takılmak istediğim insanlar, izlemek istediğim filmler, gitmek istediğim yeni ülkeler var ve bunların tamamı çocuğumla yapmak istediğim şeyler değil. Çocuğum güzel beslensin evet ama ben de onunla aynı masada oturup keyifle sohbet ederek yemeğimi yiyebileyim. Eskiden derdim ki hatta bas bas bağırırdım ki evli olmak benim hayattaki en önemli vasfım değil. Şimdi de aynı şeyi annelik için düşünüyorum. Bir çoklarının söylediği "ben anne olmak için yaratılmışım" kafasında asla değilim. Benimki daha çok "minik bir ruh birlikte büyümek için beni seçti ve ben onun için elimden gelenin en iyisini yaparken kendim için de aynısını yapacağım" kafası.

Demem o ki; bence mükemmel anne olmak diye bir şey yok, çocuğunla birlikte keyifle yaşamak var.

22 Aralık 2016 Perşembe

Girl Power


Bir kaç haftadır devam ettiğim bir psikodrama grubum var. Hamileliğim esnasında aldığım eğitimde bana çok iyi gelen bir psikologun düzenlediği bir buluşma. İlk toplantı öncesinde herkese mevzuyu özetler bir email göndermişti psikolog ve ben orada "5 kadın bir erkek" olarak gördüğüm ekibe yaptığım ilk yorum "keşke erkek olmasa" olmuştu. Erkeklere karşı değilim tabiki ama inceden feminist bir tarafım da yok değil. Kadınların birbirine daha iyi geldiğine inandım hep.

Bunu düşündüğümde çocukluğum geldi aklıma. Mesela ben hep biraz erkek fatmaydım. Sokakta futbol oynayan, eteklerle tokalarla arası iyi olmayan. Neden böyle olduğumu düşündüğümde hep kendime güvensizliklerim geliyor aklıma. Bunu yazarken anneme haksızlık etmek istemiyorum ama aşırı kilolu çocuğuna "tombul teyze" diyen bir annenin daha ağır sonuçlara yol açmamış olması bir mucize aslında. Anoreksik filan da olabilirdim, bak iyi yırtmışım. Bukle bukle saçlarımı sürekli sıkı sıkı tarayıp düzeltmeye de çalışırdı mesela. Saçlarımla çook uzun yıllar barışamamış olmam, defrize filan yaptırmalara kalkışmamın sebebi de belki bu bilmeden yapılan yanlışlar işte. Açıklayamadığım şeyler de yok değil. Mesela ilkokulda folklor ekibindeydim. Her nedense yedekten yukarı çıkamasam da ekipteydim işte. Halen daha da dansa kabiliyetim pek yoktur. Hayatımın dansını düğünümde yapmıştım, çıta o kadar. Bir bayram günü erkeklerden biri gelmeyince öğretmen bana erkek kıyafeti giydirip onun yerine geçirmeye çalışmıştı mesela. Sonra nooldu? Ben kızdım okuldan kaçtım. O gösteriyi de seyircilerin arasından izleyip boş kalan o yerden büyük keyif aldım. Bir başka anı; Hazırlıktayım, sınıfta çok ama çok çıtkırıldım bir kız var. Tipi de öyle, hali tavırları da öyle. Gık desen ağlar. Neden olduğunu bilmediğim bir kavga esnasında iyice efelenerek kıza bağırdığımı bilirim. Maganda gibi hönküren 12 yaşında bir kız çocuğu hayal edin. Öğretmen olsam akşamına okula isterdim o kızın velisini. Bağırmaktan öte aşırı bir sinir hali. Neden ki? Minik ergendim,ondan belki de. Birlikte büyüdüğüm en yakın arkadaşımın aşırı güzel, aşırı süslü, aşırı kadınsı olmasından da olabilir. Annesinin saçlarını zorla kısacık kestirdiği, kızıl kıvırcık bir dombilinin yanında, beline kadar kumral saçları olan, incecik, hep etekle gezen bir kız düşünün. Kompleksin kralını yaşamışım haberim yok. O kızcağız hep çok güzeldi, çok süslüydü. Ben şeffaf rimel diye birşeyin varlığını bilmezken o siyah ojelerle gezer, çeşit çeşit topuklular giyerdi. Yine anne figürüne dönmem lazım; o kız annesi tarafından "kafanı kullan" denilerek yetiştirildi. Kafanı kullan, zengin koca bul şeklinde tamamlayabilirsiniz o cümleyi. O kızcağız ne doğru düzgün üniversite okuyabildi ne iyi bir işte çalıştı. Hep sefil oldu. Maddi, manevi hep zorlandı. 9'da gideceği işe hazırlanabilmek için 5'te kalktı, ne olursa olsun hep çok bakımlıydı ama sefalet içinde günler geçirdi. Eski nişanlısından dayak bile yedi. Sonunda orta halli lise aşkıyla evlendi. Şanslıydı ki onu çok seven birine denk geldi.

Hadi geçtim, çocukluk günlerini. Üniversiteyi bitirip işe girdiğim dönemler en sevdiğim arkadaşım ve erkek arkadaşlarımızla yemekteyiz. Bu noktada yine azıcık açayım, tamam artık güzelim, bakımlıyım falan ama kankitom benden minimum 5 kilo daha zayıf. Ben saçlarımla hala dertliyim, o her gün fönde boyada. Çok da güzel bir kız, bunların altında çok da güçlü. Zaten o yüzden benim arkadaşım ya..Ama erkek arkadaş denkleme girince işler sapıtmış. Adamın hayalinde zayıf, incecik, çekingen, hiç birşeyi erkeğinin yardımı olmadan başaramayan bir kız var. Bu kızı da o hale dönüştürmeye çalışıyor. Bizimki de girmiş yörüngesine gıkını çıkarmıyor. Yemek sahnesine geri döneyim anlayın durumu. Döner yiyoruz. Herkes normal normal yemek yerken bizimkinden incecik bebek sesiyle bir "bittiii" geldi. Sevgilisi olacak salak ne dese beğenirsin "aman da benim aşkım sadece dönerlerini mi yemiş, dokunmamış mı pidelerine? Oyyyy" Şimdi normal bir insan evladı güler geçer bu olana ama dün gibi hatırladığıma göre çok kızmışım. Benim salak arkadaşımın kendini güçsüz göstermeye çalışmasına çok bozulduğumu hatırlıyorum. Kim ki o götü boklu adam bi anlatsana bana yani? Sonra o salak herif bu kızcağız bir hastalık nedeniyle kortizon kullanmaya başlayınca bıraktı kaçtı kızı. Hala adamı sokakta görsem dalabilirim, o kadar kılım kendisine. Bu bahsettiğim mevzu olalı en az 12 sene olmuş bu arada, düşünün sinirimi.

Girl power a geri dönersek; Ben çok inanırım kızların birbirini desteklemesine. Son zamanlarda ise bunu abarttığımı düşünür oldum. Yaptığım doğumu sen de yapabilirsin diye anlattım durdum. Çünkü bence ben onlara iyilik yapıyordum. Doktorlar söylemiyorlardı doğumdan sonra hemen ayağa kalkabileceğini, normal doğumdan daha kolay bir şey olmadığını. Dün psikodrama esnasında 4 annenin çocuğundan yakınmasından sonra sırası gelen bebek sahibi olmaya çalışan bir kızcağız gülerek "ne yapsam bebek yapmasam mı" diyince de yine savunmaya geçtim. Başladım herşey çok güzel aslında konuşması yapmaya. Psikodramanın ana maddesi asla ve asla bir başkasının söylediğine yorum yapmayacaksın, cevap vermeyeceksin. Psikolog uyarana kadar da bir paragraf konuştum kıza. Sonra farkettim ki bunları ben kendime söylüyorum. Bebekten sonra hayatın çok güzel bir şey olduğunu başkalarına söylerken aslında kendime tekrar ediyorum. Zorlukların üstünü örtmeye çalışıyorum belki de. Şimdi düşünüyorum da acaba insanlara yardım etmeye çalışırken çok da zarar mı veriyorum? Kantarın topuzunu kaçırıyor muyum bazen? Bence evet. Son 2 seanstan kendi payıma bunu aldım. Kendime söylemeye çalıştıklarımı başkasına söyler haldeyim. Bundan sonra daha az konuşmak daha doğru diye düşünüyorum. Daha az yazmam bence. O ayrı :)

Özlü söz; kızlarınızın fiziksel özellikleriyle alay etmeyin, deli bir blogger olabiliyorlar. Bir de girl power a inanın ama insanları boğmayın. Erkek denilen yaratık ta insan, yazık günah.

11 Aralık 2016 Pazar

Çok Yorgunum Be Atam


Komser Şekspir'de Kadir İnanır "çok yanlızım be Atam" diye ağlıyordu ya..hah işte öyle okuyun bunu.

Miniminnacık yavrum 11 aylık olmak üzere ama gücü11 kaplan düzeyinde. Tüm gün afedersiniz ağzıma ediyor. Ne yemek yiyecek derdi baş mesele. Aşçılığın annelikle kombin geldiğini biliyordum da bu kadarını tahmin etmiyordum. Yiyeceği yemek yağsız olarak pişecek, yağı piştikten sonra eklenecek. Tuz yok. Köfte filan varsa önce suda pişse süper olur. Yemekler sebzeli olacak, çorba olmayacak, BLW sağolsun eliyle tutabileceği şekilde olacak. Bütün bu kriterlere uygun bir yemeği aradın taradın yarattın, hanımefendinin ilk yaptığı şey mama sandalyesinden alıp eliyle sallayıp yere atmak. Laaaan!? Emeklerim, vaktim, boşa giden yemek, bi de üstüne aç kalması. Neresinden tutayım bilmiyorum. Kilo almadığını söylemiştim di mi? Doktor diyor ki yemezse aç kalsın. Ok anlaştık aç kalsın. Kaldır masadan. Al götür ellerini temizle, yüzünü yıka, saçlarda yoğurt falan varsa ise banyo şart, banyosunu yaptır. 3983 kere kaçmaya çalışsın, tut geri çek bezini bağla, giydir.  Geri gel, mutfağı, yere düşenleri, mama sandalyesini temizle. Bu arada uyku vakti gelmiş de geçiyor, yırtıyor kendini mızmızlıktan. Al götür emzir, emzir, emzir, yarım saat sonra filan uyuduğuna kanaat getirdiğinde memeden ayırmayı dene, ayrılmaz, bi daha dene, yine olmaz, sonunda ayrılınca parmak uçlarına kalkıp belini koparırcasına eğilerek koy yatağına ki uyanmasın. Müthiş bir heyecanla parmak uçlarında içeri kaçtıktan en fazla 10 dakika sonra uyansın.Neden? Çünkü çocuğun toplam uyku süresi 40 dakika. Bunun yarım saatini memeden ayrılmadan uyuyor zaten. Ben de emzik olduğumla kalıyorum. Bunun ara öğünü var, akşam yemeği var, ara uykuları uyanmaları var. Ne oluyor? Ben ne ara sabah oluyor ne ara akşam oluyor bilmiyorum. Pardon, akşamları anlıyorum çünkü sadece akşamlar için yaşıyorum. Çok alemlere akıyormuşum gibi bir cümle oldu ama tek yaptığım bizim hacıyatmaz uyuduktan sonra pijamalarımı giyip, bir bitki çayı eşliğinde internette takılmak, instagramda bakınmak, bir Narcos falan izlemek, kaçırmışsam Cesur ve Güzel izlemek filan ki hepsini bir gecede yaptığım çok nadirdir. Resmen 11 aydır akşam 21:00 ila 24:00 arası yaşadığımı anlıyorum. Nasıl anlıyorum? Dünyanın en mal aktiviteleriyle. 24:00 sonrası ne oluyor derseniz sevgili kuzucuğum gece 1 ila 2 arası bir saatte uyanmaya başlayıp genelde sabaha kadar saat başı uyanıyor. Meme emmeden asla uykuya dalmadığından beni bir zombi yapıyor. Mesela dün gece odasındaki sandalyede uyumuşum. Ne kadar uyumuş olduğumu ise anlayamamış olmam bende paralel evren etkisi yaratıyor. Neredeyim? Kimleyim? Nooluyor? Sabah 7:30 ila 8 arası güne başlayan minik çiçeğimle, anası olacak bendeniz de güne başlıyorum ve bu loop baştan başlıyor. Yemiyor, uyuyor, ağlıyor..öyle yani. Arkadaşlarımız oğullarını 18 aylıkken kreşe vermişler. Gün değil saat sayıyorum o derece.

Bu arada yazmazsam çatlarım; sevgili kocam bütün bu gece partilemeleri esnasında fosur fosur uyuyor. Blok bir 8 saat uykudan bahsediyorum ki ben kedimi keserim şu an o uyku için. Az once kendisi koltukta horul horul uyurken bana zorla 2 bölüm Narcos izletti. Hayır dicem "aşkım çok mu yoruldun? çok mu uykusuzsun?" bi gülme geliyor, diyemiyorum. Caaanım erkek milleti, caaaaanım.

7 Aralık 2016 Çarşamba

Yemiyor


Yemiyor anacım yemiyor. Benim kabakları burnundan sokan, kefir içerken kaşığı boynundan yakalayıp hüpleten, her verdiğimi tabağı dahil yemeye çalışan minik eşşek sıpam artık yemek yemiyor. Beynim kurudu ne yemek yapacağımı düşünmekten. Malum, benimki artık kaşık almıyor. Öyle sevmiyor ki kaşığı tavuk suyuna çorbanın, suyunu suluktan içiyor, tavuklarını eliyle yiyor. Her öğün ayrı bir macera. Alın size sabah keyfi;

Gece 8543 kere kalkıp emdikten sonra sabah 8 civarı tıslayarak uyanıyor minik yavrum. Tıslama kısmını abartmıyorum. Gülmekle tıslamak arası bir hareketi var. Zannediyorum mutlu olduğunda yılan gibi tıss tıss takılıyor. Minik havucum ilk kahvaltısını kafamı ısırıp saçlarımı kopararak yapıyor. Arada bir minik emiyor filan. Sonra altını değiştirip mama sandalyesine atıyoruz kendisini. Kahvaltı; ev yapımı ekmek ya da kek, yumurta, peynir ya da ev yapımı labne ya da ev yapımı lor, olmadı pancake, sebzeli omlet falan.. siz söyleyin ben yapayım çünkü bunların hiç birini yemiyor. Ev mandıraya döndü. Sütten kefir, kefirden yoğurt, yoğurttan peynir yapıyorum ama hiç birini yediremiyorum. Hayır, bize tarhanaya beyin filan rendelerlermiş, biz zavallı bir nesiliz de bunlar da öyle şeyler de yok. Yemek kitaplarından araştırıyorum neyi nasıl yapsam diye ve yemin ediyorum her birşeyin tadı çok güzel. Muzlu pancake ne kadar kötü olabilir? Elmalı kekin sadece kokusu doyurur adamı o derece. Ama gel gör ki benim canımıniçi, kuzuların kuzusu, minik Charlotte'um sadece avaz avaz bağırıyor. Sonra nooluyor? İçimden bir canavar çıkıyor. Ben en istemediğim tipteki anne haline geliyorum. O yumurtaları zorla ağzına tıkıyorum. Komik olan bundan sonrası. Zorla ağzına tıktığım her birşeyi yiyor. Çıkarmaya falan yeltenmiyor. Acaba diyorum zor mu geliyor alıp ağzına götürmek, çiğnemek filan? Ya da tam bir royal gelini doğurdum, kendine yediremiyor kusmayı. Zaten süre çok kısa, hemen uykusu geliyor. Ağzına üç beş birşey tıkmışsam ne ala. Bazen kendi kahvaltımı bile bitiremeden güzellik uykusuna geçmek üzere memeye dayıyorum kendisini. O uyurken temizlik yapıp, uyandığında bu defa ara öğün savaşını başlatıyorum.Neden bu kadar takıyorum yemek işine? Eskiden umrum değildi çünkü sadece emiyordu, kilosu öndeydi, yemezse de sorun olmuyordu. Ancak kilo artık geride, boy eskisi gibi uzamıyor. Misal normalde 3 cm filan uzayan boy geçen ay yarım cm uzamış. Kiloyu hiç söylemeyeyim, 2 aydır birebir aynı 7.690 gr. Kaka yapmasan 10 gr artar o kilo. Bizimki çatlayacak istikrardan.

Bir de ilginç bir bilgi, babası benden daha güzel yediriyor. Babası lafına bir gıcığım da bulamadım buraya koyacak bir kelime. Benden yüz mü buluyor yoksa benim ona dayanamayacağımı mı biliyor bilmiyorum ama ben pes edip "bok ye çocuum" diye kalkıp ellerimi yıkamaya gittikten sonra içerden eşimin "affferin kızıma" tezahüratlarını duyduğum çok oluyor.

Şimdi yeni yeni çatal denemeleri başladı. Gözünü çıkarmazsa becerecek zannediyorum. Onu da yazarım bir ara. Fotodaki surat ifadesi net olarak bizim huysuz.


1 Kasım 2016 Salı

Yazasım geldi


Neden? çünkü çemkiresim geldi. Negatif enerji yüklü blog. Burası benim karanlık tarafım. Bundan başka 2 blog um var ama yok illaki dönüp dolaşıp buraya çemkiricem. Hiç unutulamayan eski sevgili gibi. Şu noktada nedense aklıma Jackie ve Remy geldi her nedense, artık boşverin o kısmı. Tek sosyal hayatım House of Cards izlemek de ondan herhalde.

Şimdi, çoğunluk beni tanımıyor. Tanıyan 3-5 kişiden de bu negatif hallerim için özür diliyorum ama stres atmaya geldim haaaanıııım. Son cümlelerimi bir kaç defa daha okuyun mevzuya uyanırsınız. Yes canım, anne oldum ben. Tam 9 ay oldu. İnanılmaz tatlı, minik sarı bukleli, 8 tane kazma dişli, dededede diyince başını yana eğip utanan, kendi kendine yılan gibi tıslayan bir enerji bombası kızım var. Onun özelinde çemkirmem mümkün değil, hastasıyım kendisinin ama ana olmak olsun, ana olduktan sonra eş olmak olsun falan elimde done çok. Yaza yaza bitiremem de süt kafası anca aklıma geldi buraya yazıp da üç kuruş kafamı boşaltabileceğim.

Buraları okuyup da beni boşamaya kalkacak eşime şimdiden dip not; yazmazsam çatlarım canikom. Çatlarsam da sana fena çatarım. Elleme beni, hayat böyle daha güzel.

Eşim demişken hadi onu yazayım bugün. Bu noktada bir flaşbek yapmak istiyorum. Bu blogu açma sebebimdir kendisi. Çok aşığım ama çıkmıyoruz, beni seviyor mu sevmiyor mu bilmiyorum ama kıvranıyorum. İçimi dökmek için açmıştım bu blogu. Sonra zaman geçti meğer o da beni seviyormuş, 2.5 sene çıktıktan sonra evlendik. 5 senedir evliyiz. Kendisini hala çok seviyorum, sevmiyor değilim de çemkirmeden de olmuyor bence. Çok tatlıdır, bol sürprizlidir, iyi kalplidir, benimle doğuma da girmiştir. Diyeceksiniz ki belanı mı arıyorsun. Yok benim derdim onunla değil, Türk erkeğinin yetiştirilme stiliyle. Çok net söylüyorum, bu dünyaya sadece erkek olarak değil bir Türk anası tarafından yetiştirilmiş bir Türk erkeği olarak gelmek varmış. Böyle bir rahatlık olamaz arkadaş. Eeen düşüncelisi bile çuvallıyor. Bilerek yapmıyor ama içinden gelmeyi bırak aklının köşesine bile gelmiyor ki karısına azıcık yardım etsin.

Mesela benim tatlişko kızım benim gerizekalılığım yüzünden memede uyuyor. Bu ne demek oluyor, gündüzleri bir şekilde idare ediyorsun da gece uykusuna geçerken minimum 45 dakika karanlıkta mal gibi oturmak demek oluyor. Normal bir insan bu şekilde dünyayla bağlantısı kopan birini bir yoklar öldü mü kaldı mı diye. Yok anacım, adamın aklına gelmiyorum. Ben içeride susuzluktan can çekişiyorum, kafam ağrıyor ama o bana gelip "öldün mü aşkım?" diye sormuyor.. du. 4. ay filandı sanırım, bir patladım şimdi sağolsun süre uzadığında bırak sormayı direkt elinde suyla geliyor.

Emzirerek uyutmak bir derya deniz. Bir başladın mı o uyuyana kadar defalarca emzirmen, sallaman, şiştlemen gerekebilir. Ben ettim siz etmeyin kısmını aldıysanız devam edeyim. Bazen bu gece uykusu emzirmesi bitmek bilmiyor. Benim odadan çıkışım oluyor akşam 10. Açlıktan geberiyorum, daha akşam yemeği yememişim, süt de verdiğim için zaten beslenmek zorundayım. Bir geliyorum salona paşam elinde telefon takılıyor. Bir kalk be adam, dolaptaki yemeği çıkar bi ısıt, yemek mi yok makarna suyu koy, ne bileyim yemek sepetini aç da bi lahmacun söyle de içerden çıktığımda yemek hazır olsun. Ama yok İllaki o yemek gece 11'de yenilecek. Telefon demişken, Allah o instagramı açanın daaa, Sim City'yi iphone'da oynatanın daaa... Valla daha beter şeylere sebep olmayacağını bilsem alıcam telefonunu silicem oyunu, sen sağ ben selamet. Gözlerimi kapattığımda telefonu ikiye büküp üzerinde tepindiğimi hayal ediyorum. Neden mi bu kadar gıcığım bu telefona? Ben de ne fenayım di mi adamın bir maç keyfi var bir telefon. Şöyle ki canım. Bu çocuk dediğin minik şeytan gündüzleri 40 dakikan 3 uyku uyursa çok şanslıyım. Onun dışında ne yiyecek, altı açıldı mı, üzeri kirli mi, dur üç beş zekası gelişsin oyun oynayalım, o BLW'nin kökü kurusun dolaplardan avokadoları temizleyeyim diye diye koca günü yiyorum. O 3x40=120 dakikalık periyotta da evden çalıştığım için işimi yapıyorum, mutfağı temizliyorum (bknz BLW), çamaşır yıkıyorum, asıyorum, asla ve asla bitmeyen yayıntıları topluyorum, becerebilirsem kızımın yaptığı saç modellerini düzeltip insana benzemeye ve hatta oje sürmeye filan çalışıyorum. Yani totomda motorla non-stop koşuyorum. Sevgili kocam bu esnada ne yapıyor? Sim City oynamak suretiyle dünyayı kurtarıyor. İnsan bir der ki dur şu götümü yayıp yattığım yatağı önce bir düzelteyim de öyle yatayım. Ya da günde 48 defa çıkıp sigara içtiğim balkonda bir halta yarayayım da çiçekleri sulayayım. Yok, illaki söylemek zorundasın. Hele bir yere gideceksek,  haydi demekten anam ağlıyor. Son zamanlarda artık bildiğiniz evi yönetir oldum. Kalk giyin, sonra gel kızı al giydir ki ben giyineyim, çantasını hazırlayayım, yiyeceklerini paketleyeyim de becerebilirsek 1 saatte filan dışarı çıkalım. Geceler ayrı bir dert. Yavrum evladım 6 ay akşam 8'de yattı sabah 8'de kalktı. Uykusuz olan analar çok banal geliyor bana falan, öyle bir kafadayım ki 5 tane doğurabilirim. Sonra kim beddua ettiyse bana çocuk önce 4 saatte bir kalkmaya başladı, geçen hafta 15 dakikada bire kadar indirdi. Artık ağlama sesine uyandığımda bir süre nerede olduğumu idrak edemiyorum. Yatakta mıyım? Uyuyup uyandım mı? Kız yatağında mı? Bugün günlerden ne? Baya zombi gibi yataktan kalkıp, duvarlara çarpa çarpa kızı alıp emzirip, boynumu yana devirip onunla 10 dakika daha uyuyup, onu yatağına koyup yatağıma geri gidiyorum. Ben bu turu her gece en az 10 defa yaparken sevgili kocam sabah bana "gece hiç kalktı mı hayatım?" diye soruyor. Vallahi onun suçu değil, böyle yetiştirmişler. Dünya yansa sen uyu evladım demişler bunlara. Yazın Çeşme'de kız bizimle aynı odada kaldığı için alıp yatakta emzirip yatağına geri yatırmam gerek. Tam uyutmuşum yerine koyacağım, bir horluyor minik ejderha kocam, kız açıyor gözünü mirket gibi babasına bakmaya başlıyor. O an o yastığı alıp suratına kapatıp dul kalmak vallahi çok uzak değil. Onun yerine elimle göğsüne bastırıyorum ki bi sussun. Uykusuzluk yemin ediyorum büyük işkence. Katil eder insanı. Daha bugün dedim, işi gücü bırakıp evde tek başına çocuk bakanlara inanılmaz saygı duyuyorum. Ben sadece çocuk bakamazmışım, kesermişim kendimi. Zaten 2. çocuk eşittir bakıcı bütçesi demek benim nazarımda yoksa lohusa depresyonu çok uzak bir ihtimal değil.

Çocuk dediğin ananın peşinde kabul ediyorum, erkek milleti çok zor dahil ediyor kendini mevzuya. Hele biraz da uzak bir babaysa çocuk babasız büyüyor aklı erinceye kadar. Ancak çok net şunu söyleyebilirim, babalar anneye yardım ederlerse öyle bir sevap işlerler ki cennetin kapısını kırar o analar onlar için.Aç, uykusuz, minimum 1 senedir alkole hasret, muhtemelen fazla kilolu olduğu için bunalımda, saçı başı darmadağın, topuklularını Modacruz'da satıp yavsuna bez alacak durumdaki o ana, uyandığında bulacağı bir kahvaltı masası ya da sabah bebesiz uyuyacağı fazladan bir saat için Zegna olur o cennetin kapısında da meleklerin bile gözünden yaş gelir.

Demek ki neymiş; anaysanız bırakın o çocuk kendi uyusun, babaysanız hadi kalkın da karınıza bir su götürüverin.

10 Mart 2015 Salı

Kuyruğu kopmuş kedi gibiyim


Hani öyle bir an gelir, için şişer şişer patlamak istersin patlayamazsın, ağlamak istersin o da çıkmaz, çalışman gerekir kafanı toplayamazsın, darmadağın oturursun..işte tam o noktadayım. Kuyruğu kopmuş kedi gibiyim. Bir sürü şeye sıkılıyorum. İşime konsantre olamıyorum, para kazanamıyorum, çok severek gittiğim gönüllülük organizasyonunun kendisiyle değil ama çevresiyle ilgili kafam karışık, bana patronluk taslanmasından nefret ediyorum. Ahanda negatifim işte var mı?

Bu kadar karmaşanın ortasında yapabileceğim en doğru şeyi yaptım bence ve Hale'yi aradım. Hale dünyadaki en tatlı, en pozitif insan..bir çiçek çocuk. Hale dedim yogaya gönder beni. Hemen bir arkadaşının telefonunu verdi, bir sürü şey anlattı. Önce onunla konuşmak, sonra da buraya yazıyor olmak bana çok iyi geldi. Yogaya başlıyorum anlayacağınız. Param yok ama yine de kendime bu iyiliği yapacağım. Dayanamayacağım anlar oluyor, o noktalar için bir anahtara ihtiyacım var. Belki yogadır o kim bilir?

Sadece negatiflerimi yazıyorum galiba buraya bu aralar. Hayatta şükretmemiz gereken çok şey var. Şükürlerimi yazsam sayfanın sonunu göremem ama yine de bazı sınavlar atlatıyoruz. Kapana kısılmış gibi hissediyoruz da nedenini bulamıyoruz. O anlar için bize spiritüel birşeylerin destek olması gerekiyor bence ya da bana öyle geliyor. Çağırıyorum iyi hisleri, pozitif düşünceleri.Dur ben bi de temizlik yapayım, aydınlanayım azıcık.

Bu arada sizin de İzmir'de sevdiğiniz yoga öğretmenleri, akademileri varsa anlatmaktan çekinmeyin.

6 Şubat 2015 Cuma

Happy Friday



Kendime bir blog daha actım. Orada anonim değilim. Ayan beyan hersey ortada.. mı acaba.Kendimi saklamadan yazmak filtrelemekmiş bir nevi. Filtrelemeden yazmak istediklerim burada olacak sanırım. Herşeyi başlıklandırmaya, gruplandırmaya çalışma huyum kahrolsun.

Annem şişirdi de beni, ondan buradayım. Telefon konuşmasına gayet cici cici başlamışken konuşmanın sonunda baya çemkirmeye başlamıştım. 23 dakika bana sadece şikayet etti. İşten, hayattan, İstanbul'un trafiğinden, kardeşimin evinden, paradan, babamdan (en büyük şikayet unsuru).. ama sadece şikayet etti. Benim de kafam bu kadar çok şikayetin hiç olmazsa birisine bir çözümle gelsin de devam edeyim diye çalışıyor. Çözüm yok şikayet var, nefret ediyorum genetiğimizden. Sonunda patladım. Anne dedim, bana tam 23 dakikadır sadece şikayet ediyorsun. Beni de bitiriyorsun, kendini de bitiriyorsun. Söylediğin herşeyi kulağın da duyuyor, o iş büyüdükçe büyüyor. Dedim çözüm bul ya kendine. İstanbul deme bana. Kardeşim orada yaşıyor, o bu hayatı seçmiş, sen iki gün gittin geldin işte. İşten bu kadar baydıysan, kapat işi otur evinde. Parasızlık sorunun varsa, sat malından mülkünden en kolay elden çıkarılacağı. Babamdan boşanmıcaksan, gel 3 gün bizde kal havan değişsin. Git pilatese, yogaya yazıl, 3-5 arkadaş edin.Yeter bi çözüm yarat ya..Şimdi bana diceksiniz ki sen ne biçim insansın, anaya kızılır mı? Yemin ederim telefonu kapatsın diye karnıma ağrılar giriyordu, elim alnımda konuşuyordum en son. Benim de bi sabrımın sınırı var.

Benim annem zor insandır. Too motherly dir. Hiç sevmem bu huyunu. Bu huya sahip insanları da bozarım çok kolay. İlerde too motherly olmama hayalim var, umarım gerçekleştirebilirim. Bu ne demek? Onu da açayım. Mesela ben hamileyken kusuyorum diye telefonda baya ağlardı, ben gelip sana yardımcı olamıyorum, uzağım sana derdi. O ağladıkça ben daha çok üzülürdüm. Anladınız mevzuyu, çocuğuma iyilik yapayım derken kötülük yapmak. İyiliğin bitip de kötülüğün başladığı bir nokta var ya, o sınırlarda dolaşmak sürekli. İyi bir huy değil bu, olmayın.

Babamla da ilgili çok sorunları var. Babamı sevmiyor değil bence ama çok şikayet ediyor. Benim de kocamın sevmediğim huyları var ama bu halde şikayet etmiyorum. 35 sene sonra ediliyor belki ama bilmiyorum. Bu kadar sinir oluyorsan uzaklaş o zaman diyorum ben de. Evde beraberler, işte beraberler. Git diyorum bi hayata karış. 3-5 arkadaş edin. Etrafındaki insan(lar) tescilli manyak. Ne birşey alabiliyor, ne birşey katabiliyor. Sürekli toksik bir hayat. Psikologa gidelim dediğimde ben suçlu oluyorum ondan sonra. Bu anlattığım herşeyle ilgili bana dert yanıyor. Ben psikolog oluyor, negatif enerji yükleniyorum, kafam ağrıyor. Şu an öyleyim mesela. Güzelim günümün içine sıçtı yemin ederim. Offf, anneme kızdığım için kendime kızıyorum, daha çok başım ağrıyor. Sizi de sıktım, negatif elektriğimi size de geçirdim, artık dağılabiliriz. Happy friday.

11 Aralık 2014 Perşembe

Yaz bitti

Maalesef haberler kötüydü. Bebek gelmemeyi seçti. Bu haber nasıl verilir, özellikle de benimle aynı dönemde hamile kalan bir sürü insanla buradan konuşurken onları da üzmeden bu nasıl söylenir bilemediğim için, bu konuyla ilgili de konuşamadığım için suskunluk dönemi uzundu. Artık konuşabiliyorum, yazabiliyorum, iyiyim. Bu yazıyı yazıyor olmamın sebebi belki birilerine iyi gelmek, içimi dökmek. Neden birilerine iyi gelmek diyorum, çünkü biz bebeğimizi kaybettiğimizde deliler gibi bu konuyla ilgili birşeyler okumuştum. Tek olmadığını bilince rahatlıyorsun galiba. İnsan psikolojisi işte..

12. hafta kontrolune gittiğimizde öğrendik. 8 hafta civarında vazgeçmiş orada olmaktan. İlk aklımdan geçen "annemlere nasıl söyleyeceğiz" oldu. O kadar hazırlardı ki anneanne babaanne olmaya. Anneler gününde çerçeve içinde hediye etmiştik ultrason fotoğrafını da öyle haber vermiştik hatırlarsanız. Şimdi o çerçeveleri nerelere soktular Allah bilir :) O yüzden yeni hamilelere ilk tavsiyem, bekleyin. Çok heyecanlısınız biliyorum, her zaman anne olmuyor insan. Hele ilk defa yaşıyorsa bunu inanılmaz bir his. Hepsini çok iyi anlıyorum. Ama kötüsü olursa birilerine haber vermek daha da zor oluyor. Üstünden aylar geçiyor uzun zamandır görüşmediğin biri "kaç aylık oldun şimdi sen?" diye soruveriyor. Siz unutmuşken yeniden hatırlıyorsunuz, iyi olmuyor. Operasyon hemen ertesi gün oldu. Bu noktada aslında şanslıydık biz bence, belki de öyle düşünmek istiyorum. Birincisi herhangi bir tercih yapmak zorunda kalmadık. O tercihi Allah kimseye yaptırmasın. Herşey o nasıl isterse öyle olsun, doğa beni büyütsün ve doğurtsun dedim hep, doğa bunu tercih etti dedim sonrasında da. İkincisi çok çok az akıntı haricinde herhangi kötü bir olay da yaşamadım. Bir var dedik, bir yok dedik. Görmedim olanı biteni. Görseydim daha kötü olabilirdim bence. Ultrason görüntüsü gözümün önünden gitmedi uzun zaman sadece, o konuda yapacak birşey yok.

Gelelim benimle aynı şeyleri yaşamışlara; lanet olasıca hormonlar bir süre izin vermeyecek iyi olmanıza. İyiyim diyeceksiniz, domuz gibiyim ben diyeceksiniz. Doğal seleksiyon ne de olsa, anneannelerimiz de yaşamış bunları bak hiç anlatıyorlar mı diyeceksiniz. Sonra bir gün dişlerinizi fırçalarken hüngür hüngür ağlamaya başlayacaksınız. Aynaya bakmak zor gelecek. Her aklınıza geldiğinde gözleriniz dolacak. Tutmayın kendinizi, ağlayın. Aksın gitsin içinizdekiler. Bunların geçeceğini unutmayın sadece. Geçiyor. Gerçekten geçiyor. Hatıra olarak kalıyor orada. Biraz zaman alıyor sadece. Etrafınızdakiler sizinle konuşmak isteyebilir ya da tam tersi hiç olmamış gibi davranabilir. Bu konuda net olun. Siz ne istiyorsunuz? Anlatmak iyi mi geliyor kötü mü? Ben anlatmayanlardanım. Kankilerime mesaj atabildim sadece, durumu anlattım, ben sizi iyi olunca arayacağım dedim. Geri kalan herkesle maalesef sevgilim uğraşmak durumunda kaldı. Bence o da en az benim kadar yıprandı. Herşeyi tek başına karşılamak zorunda kaldı. Herkese mesaj atıp haber verdi, konuşmak istemiyoruz bu konuda dedi. Etrafımızdaki insanların çoğu çok saygılıydılar kararımıza. Bazıları sadece kalbim sizinle dedi, o fazlasıyla yetti. Bazıları ise gönül koydu, nasıl bana haber vermezsin yanında olmak isterdim dedi, telefon açıp uzun uzun konuşmaya detayları almaya çalıştı, şu test varmış onu da yaptırmalısın diye en mutlu anını bok etti, hergün bir sürü kişi bıkmadan usanmadan defalarca aradı, ben o telefonları açmadıkça daha uzun çaldırdı. Onlara da kızamadım, onlar da kendi açılarından yaklaştılar duruma. Biz karı koca kimseyle konuşmadık bu konuyu. Annelerimize babalarımıza söyledik ve kapattık. Doktorun dediği gibi davrandık, bu doğal seleksiyon. Siz de konuşmak isterseniz anlatın, konuşun ama insanların size yardımcı olmasının çok zor olduğunu unutmayın. Sadece gülen yüzler iyi geldi bana o dönem. Bir sürü insanın bizi çok sevdiğini ve çok üzüldüklerini çok iyi anlıyordum ama onlar bize bunu hissettirmediler. Biz güçlenerek çıktık bu günlerden. Kolay bir yaz yaşamadık, ama geçti. Demem o ki, geçiyor. Aklınızdan hep geçen şu; acaba yeniden olur mu? Bu konuyla ilgili bir sürü test var yaptırabileceğiniz. Gen testi, pıhtılaşma testi, ıvır testi, zıvır testi.. Bizim aşırı matematiksel doktorumuz bile hiç birşey istemedi. Önünüze bakın dedi. Size hiç test yaptırmayın diyemem, doktorunuzu dinleyin diyebilirim sadece. Çünkü bunun sonu yok. Herşeyi bilemezsiniz bence. Biz, özellikle de ben doğa ananın bir bildiği olduğuna çok inandım. Umarım yeniden olmaz. Umarım herşey güzel gider ve biz bir bebek sahibi oluruz. Sonrasında da ikinciyi planlarız :)

Zaman geçiyor ve siz iyi oluyorsunuz. İyi olacaksınız. Hiç soğumayacak içiniz sanacaksınız, ama hepsi bitecek. Yeniden bebek isteyeceksiniz.  Bana güvenin ;)

18 Haziran 2014 Çarşamba

Pamuk BB

Ahanda pamuk hamileniz geri döndü. Son çemkirmelerimi bir okudum da.. Ne çabuk unutuluyor yahu başından geçenler. Hani annelerimiz diyor ya "o acı unutulmasa bir daha doğuramazsın" filan.. Kusmalar, bulantılar bile unutuluyor, siz düşünün. 1 hafta önce her sabah, hatta bazen günde 2 defa kusarken, günlerin çoğunda kahvaltımı klozete bıraktığım için 2 defa kahvaltı etmek zorunda kalırken son 1 haftadır herşey çok yolunda.(maşallah der misiniz noolur?) Hatta canım diyetisyenim, kankim, güzeller güzelim Aslı'mın verdiği diyet listesini bile yapıyorum, siz düşünün. Aslı beni 8 kilo, çocuğu da gelişimini fazla fazla tamamlamış olarak doğurtacakmış. Tüm hamilelerinde böyle olmuş şu ana kadar. Aslı'nın başına kaldım yani anlayacağınız.

Bu arada durum raporu; 11+2. Haftaya dr kontrolü var. Ha bi de günlüğe yazmaya başladım. Orada gerçekten pamuk gibiyim. Çift kişilikliyim sanırım.

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Gaviscon Kalp Ben


Sakinleştim, daha iyiyim. Belki de şöyle yorumlamak lazım, alıştım. Kendimi şu an daha iyi hissediyorum. Midem hala sinyal vermeye devam ediyor. Vücudumun patronu şu an o ve ben o ne derse onu yapıyorum. Hatta bazen demediğini de yapıyorum. Örneğin dün öğledensonra biraz kiraz yemiştim, ama cidden biraz yedim. Midem boka sardı. Midemden aldığım sinyal "iç gaviscon'unu, otur bir yere kıpırdama" idi. Ben ne yaptım? Tost yedim ayran içtim rahatladım. Peynirli tost kadar beni rahatlatan birşey olamaz. Gavisconum ve peynirli tostumla daha mutlu günler geçirmek dileğiyle.

Bu arada cuma günü doktordaydık. Efsane doktorumuz kalp atışına rağmen Alman nazi ekolü soğukkanlılığından eser vermedi.

DR: Eveeet, burada bir kalp atışı görüyoruz.
BB: Ay ne güzeeeel. Bu görüntüyü alabilir miyiz?
DR: Daha nelerini göreceksiniz, bu çok önemli değil.
BB: Haklısınız doktor bey de siz bu görüntüyü her gün görüyorsunuz, biz belki sadece bir kere göreceğiz.
DR:!!!! Hmmm... kaydedelim o zaman.

Bu arada verdiği CD boş çıktı, kaydedememiş.