31 Mart 2010 Çarşamba

TNT Kitap Toplama Kampanyası

TNT evinizden kitaplarınızı ücretsiz alıp yine ücretsiz olarak ihtiyacı olan okullarımıza götürüyor.Geçtiğimiz 10 yılda Türkiye'nin dört bir yanına ulaşmışlar.Evde bekleyen MEB onaylı kitaplarınız, çocuk romanlarınız, klasikler,öğretmen eğitim ve anadolu liselerine hazırlık kitaplarınız geleceğin büyük adamlarının çok işine yarayabilir.

Eylül ayına kadar devam edecek kampanyaya katılmak için
444 0 868 nolu telefonu aramanız yeterli.

Detaylı bilgi ; TNT

Top taca çıktı


Volkan by Uykusuz Ejder

Cok güldüm, kesin izlemeniz lazım :)

Ohh Yeah Vol.10







Çoktandır yapmamıştık.

O zaman Billy için gelsin ; gönüllerin şöferi Jason Statham

30 Mart 2010 Salı

Karar verdim, Heidi Klum olucam

Dünü sağ salim, kafa göz yarmadan, işsiz kalmadan atlattım.Ta taaaaaaaa.....Cengaver BB karşınızda.Kimseye "sizi şöyle yenicez, böyle eviricez çeviricez" dememiş olmama rağmen tüm fenerli insan ahalisi bana naaaaaaaah yaptı dün.Sukunetimden kaynaklı bir ezme söz konusuymuş sanırım.365 günde 1 gün ellerine düştüm diye, şanslarını sonuna kadar kullandılar maşallah.

Sportif aktivitelerim TV karşısında sinir olmaktan ibaret değil bu aralar.Pilates'e başladım üzerinize afiyet.Hareketleri yapmak, spor salonu bulup başlamaktan daha kolaydı.Bornova - Profesörler Sitesi denen pahalı bilinen ancak sadece bir çukurdan ibaret olan semtte, bir insan evladı pilates salonu açmayı akıl edememiş.Bu semtin ev hanımları günlerini sadece izdivaç programlarıyla dolduruyorlar galiba.Allem ettim, kallem ettim, güç bela bir yer buldum, istediğim gün ve saatteki grupta kendime zorrrrlaaa yer açtırdım.Az daha hocaya açıktan para teklif edecektim.Ve çok şükür ki geçen perş ilk dersime başladım.Bundan sonra haftanın belli günleri popomun yanak kısımlarını Rambo bir mengeneyle sıkarken ve karın kaslarımın hiç bilmediğim bölümlerine içerden saçörgü yapılırken size sesleneceğim.Zira ders sonrası da kaslar çalışmaya devam ediyormuş .Haftada 3 saat pilatesin bedeli 7 gün 24 saat saf acı, plajda karnımdan kasıklarıma inen kasları göstermenin değeri paha biçilemez.

Beni en çok gaza getirense pilates eğitmeni.Kendisi benden 6 yaş büyük, 2 tane çocuğu var ve sımsıkı, minicik, daracık, sinir bozucu..Dizimden lastiği geçirip yan yatmak ve bacağımı açıp kapamak suretiyle popomu hayattan bezdirirken, yan matta kendisinin siyah tayt içindeki daracık poposunu görmek, beni aynı anda hem gaza getirip hem sinirden gebertiyor. Dilim dışarda, vücudumun sayısız noktasından giren elektrik çarpmış gibi krampları hiçe sayarak tüm hareketleri tamamlıyorum. Sınıfta yüzüm genelde hocadan tarafa çevirmeye çalışıyorum çünü kalan ev hanımı ahalisi hareketleri tam yapmıyor, benim de dikkatimi dağıtıyor.Nefes al denilen yerde nefes verip, "topu kaldırıyoruz" denildiğinde indiriyorlar.Bir taraftan da akşama ne yemek yaptıklarını konuşuyorlar.Aynı anda bu kadar dış faktörün beni etkilemesine izin vermemek amacıyla hocanın poposuna odaklanarak en doğru şeyi yaptığıma inanıyorum.

Bir de tabi bu ev hanımlarından birinin emo olmasına 3 kalmış derin bakışlı bir kızı var.Belli ki hanfendi kızını evde bırakmaktan tırsmış, onu da kolundan tuttuğu gibi yanındaki mata atıvermiş.İyi, güzel de, bu 15 yaşında hayatının baharındaki ergenimiz bütün ders boyunca gözünü benden 2 dk ayırmıyor.Hareketlerin neredeyse hiçbirini yapmadan bağdaş kuruyor, kah gözlerimin içine bakıyor, kah v yaka tshirtüm içinden göğüslerime , olmadı popoma..Lezbiyen de yeni yeni mi anlıyor bilmiyorum ama benim ona hitap ediyor olma ihtimalim beni korkutuyor.Zira 5 parmağına sürdüğü 5 ayrı renk oje, gözünün üzerine düşürdüğü kıvırcık saçları ve su bidonu çakması poposu beni asla cezbetmiyor.Ayrıca zar zor bulduğum pilatesteki yerimi bir imkansız aşka feda etmem, anasını alır kızıyla kafa kafaya tokuştururum, ona göre.Hem zaten, bi gün cinsel tercihimi değiştirirsem ona değil, hocaya yazarım. En azından dondurmalı sufle yemiş olurum, dünden kalan kerevizi değil.

29 Mart 2010 Pazartesi

Derbiertesi Sendromu


Ne desem bos bu saatten sonra.Konusmadık, sarı kırmızı hic bisey giymedik, taciz edene cevap vermedik, totem yaptık.Ama sen kalkar, Selcuk denen surdan Yunanistan'a gitse Avrupa sınırları dahilinde golcu sayılmayacak bir adamın vurusunu-sut demeye dilim varmıyor-acemi kaleciler gibi iceri alırsan, ben degil totem, buyu yapsam bi anlamı yok."Bu Leo Franco bana guven vermiyor" diyorum uzun zamandır, fener macıyla kendisinin kurdelesi kesilmistir, vatana millete hayırlı olsun.Haldun Ustunel'in bundan sonraki mesaisi yeni bir kaleci uzerinedir.

Her mac bitiminde babamla telefonla baglanarak yaptıgımız Sansal-Erman misali mac kritigi esnasında babam sordu "kac tane gol pozisyonu saydın?"Durdum bi dusundum "3 filan" dedim.Eger sen , degil gol atmak gol pozisyonuna giremiyorsan, hazır olmayan bir Arda'yı kenarda ates bastı diye oynatıyorsan, hala toparlanmayan Baros'u "isini bilir" diye sahaya suruyorsan, fenerle oynuyor olmanın paniginde son kozlarını oynuyorsun demektir. Sen zaten yenilgi kacınılmaz diye cıkmıssın o maca, sonu degistirmen surpriz olur. Ne, dudugunu her gereksiz zamanda kullanan hakemi konusabilirsin ne de 94'te Dos Santos'un "gel bakalım buraya" diye asılıp indirilmesine ragmen verilmeyen penaltıyı.Sen oyna bakalım once, uzerine duseni yap, sonra 3. sahısları konusursun.

Bi lafta yonetime ve taraftara....Kapalı biletlerine 250 TLden kapı acıldı.E guzel, takımın paraya ihtiyacı var.Var da bu parayı veren zengin taraftar yediremez kendine bagırmayı, denyo denyo oturur o kapalıda.Biz mi anlatalım size bunu? Nerde Ali Sami Yen cehennemi? Tıkı cıkmayan seyirciyle olmuyor o cehennem.O stada girdiyseniz bagiracaksiniz kardesim.Takıma faydanız olacak.Korkacak rakip takım.Gidin evinizde izleyin, bari gölge etmeyin.

Su şişesiyle Alex'in kafasını hedefleyen arkadaş.Tutturdun, aferin sana.Haftaya oturur evinde izlersin takımının maçını artık.Nasolsa sayende kimse olmayacak o stadta.

Pazartesi sendromunun kralı var uzerimde.Patronlarım fener yonetiminde, müdürüm agır fenerli.Cumartesi gunu beni tehdit ederek cıktı müdürüm ofisten, "pztesi imzalı fener formamla gelicem" dedi.Bugun bi sekilde bitermi ben issiz kalmadan?

**Derbinin tek güzel hareketiydi Özhan Canaydın pankartı.
EDIT: Mudurum az once fener formasıyla odama girdi.Derin derin nefes alıyorum.

27 Mart 2010 Cumartesi

Mad Men


Bir zaman once, bi arkadasımla alısveris merkezindeyiz.Kahve falan iciyoruz galiba, cok net hatırlamıyorum su an. Arkadasım erkek, ama "erkek arkadasım" degil.Telefonu caldı.Arayan ikimizin de tanıdıgı ve cok yakın bir zamanda evlenecek olan, nisanlısına deliler gibi asık, derli toplu, isi gucu yerinde bir adam.Nasıl olduysa telefonun ahizeden cıkan sesi biraz yuksek modda kalmıs, konusulanlara mecburen kulak misafiri oldum;

-Efendim
-Abi naber
-Iyilik abi senden ?
-Iyidir.Abi be, Turgay'ın telefonunu versene bana.İsim var onunla
-Tamam da oyle arayamazsın sen onu.Once benim bi aramam, adını vermem falan lazım.
-Ok abi ara sen soyle.Benim evi tarif et, senin de bildigin bitanesini gondersin.Sarısın istiyorum, ucuz yollu bi Russsss...

Bu noktadan sonrasını duyamadım cunku yanımdaki arkadas telefonla konusabilmek icin kosarak uzaklasmaya basladı.Surat ifademden anlamıs olacak arayan arkadas icin besledigim muhtesem duyguları.

Sonucta ben kimseye birsey soylemedim.O dugun gerceklesti, ben de davetliydim.Birbirlerine oyle guzel bakıyorlardı ki butun salon asklarına hayran oldu..Ben haric!!

Nerden mi aklıma geldi bin yıl onceki sey?? Okudugum bir blog dan. Hem okuyorum, hem gülüyorum.Galiba biraz da düşünüyorum.

Edit; Vazgectim, link vermiyorum. Anlayan anladı zaten.

Serseri Mayınlar

Izlediniz mi bilmiyorum.Ferzan Özpetek'in yeni filmi.Orjinal adı Mine Vaganti. Dün akşam izledim. Benim için bir ritüel haline gelmiş "Ferzan Özpetek'in filmlerini sinemada yanlız izleme" kuralını dün akşam sevgilim bozdu.

Filmin konusunu çok anlatmayacağım.Malum, heryerde kulağınıza çalınmış olmalı.Makarna üreticisi köklü bir ailenin gay olan oğlunun, durumunu bir aile yemeği esnasında açıklaması sonucu gelişen olaylar anlatılmış.Bazen içiniz sızlıyor hüzünden , bazen de kahkahalarla gülesiniz geliyor. Aynı adı gibi, ne zaman, nerede, ne yapacağı belli olmuyor bu filmin. Ben çok sevdim, gidin , izleyin , kaçırmayın derim. Biraz subjektif olabilirim, evet , kabul ediyorum.Sonuçta Ferzan'ın bakış açısına bayılıyorum, İtalya'da bir parçam varmış gibi hissediyorum.Geçen sene Roma'da deliler gibi iş arayıp oraya yerleşmelere kalkmışlığım var.Bu iki faktörü de gözönüne alın, öyle değerlendirin söylediklerimi.

Babaannenin bilge tavrına, hem gençliğinin kırılgan kuğu gibi haline, hem de çok yaşlı olmasına rağmen uzun uzun bakma hissi uyandıran yüzünün güzelliğine hayran olacaksınız.Filmdeki renklere, oyuncuların hiç konuşmadan sadece bakarak size hissettirdiklerine şaşıracaksınız.Ve en önemlisi çok değerli dersler çıkaracaksınız, her Ferzan filminde olduğu gibi.

Bir de not; gecen sene kazandıgım bursla 1 ay Italya'nın ceşitli sehirlerinde bulunup ülkemi tanıtmıştım. 30 küsür sunum yaptım, yer ve zaman farketmeden Ferzan'ı anlattığım slayta her gelişimde istisnasınız herkesten gülümseme eşliğinde bir "aaaaa..." yükseliyordu.İtalyanlar Ferzan'a bizden daha çok sahip çıkıyorlar bence.Filmin İtalya'da Alice In Wonderland'den daha fazla izlenmiş olması da bunun en büyük kanıtı olsa gerek.

26 Mart 2010 Cuma

Unutmadınız di mi?

Biliyorum unutmadınız.

27 Mart

Kafam Dumanli

Bizim arka mahallede bir düğün vardı geçenlerde.Ben de fotografını yayınlıyım istedim.

Gelin , ucuz olsun diye gelinligini perde kumasindan diktirmis.İscilik cok iyi değil ama dandik swarovskilerle isi kotarmaya calismislar.Gelinin saci ve makyaji ise gelinligini aldigi yerin hediyesi.Dugunden 1 saat once soyle bir yapılıvermis.

Damat , ozel bir kıyafet almamis bugun icin.Zaten evde varmis , giymis cikmis.Zaten bi kac saat once uyanmıs da gelmis.

Dugunde misafirlere cerez, mesrubat ve pasta ikram edilmis.Cocuklar piyanist santorun caldigi gunumuz populer sarkilariyla cok eglenmisler.Dugun takı merasimi ve genc cifte mutluluk dilekleriyle sona ermis.

Sizce de Seckin Piriler ve Duman'ın solisti Kaan Tangoze'nin dugununde bir gariplik yok mu? Sanırım Kaan'ın kafası cok fena guzel, bugun uyandıgında ben naaptım diye kendini yerden yere vuracak. Seckin'in bir tek zafer isareti yapmadigi kalmis. Adamı kapmıs nasılolsa.Ne diyelim; Allah bir yastıkta kocatsın.

Kankilerime not; Bi gun evlenirsem ve boyle bir gelinlik secmeye kalkarsam, agzimin ortasina iki tane cakip beni kendime getirin , olur mu?

25 Mart 2010 Perşembe

Garanti!!!...Neren Garanti????

Çemkirmiyim diyorum ama herşey bana karşı.Başım ağrıdan zonkluyor şu yazıyı yazarken.

Bildiğiniz üzere pazar günü büyüüüük derbi var.Evimizde Feneri ağırlıyoruz.Aylardır bu maçla yatıp bu maçla kalkıyoruz.GS Bonus lulara önceden bilet satışı var diye gittik haftalar öncesinden kartlarımızı aldık.Ve büyük gün geldi, biletler sadece GS Bonus lulara bugün saat 10:00'da satışa çıktı.Biletix bildiğiniz meydan muharebesi zaten, o konuya hiç girmiyorum.Saat 11:30 civarı birimiz siteye girmeyi becerdi.Bilet almak üzere kart numarasını girdiiiii....ve Biletix'ten "kartınız tanımlı değil" hatasını gördü. Bu şu demek, pek sevgili bankamız Garanti çatır çutur kartları dağıtıyor ama Biletix'e bu kartları tanımlamadığı için bilet alınamıyor.

Bizim aylardır beklediğimiz maç için bize bu kazığı atarak sabote eden, adı Garanti olmasına rağmen yaptığı hiçbir halt garanti olmayan , güzide bankamıza saygılarımı sunmama izin verin.Çünkü sadece şu yazıyı yazıyor olmak beni en yakın Garanti bankası şubesine gidip mekanı bombalamaktan alıkoyuyor, sinirim hafifler gibi oluyor.

Garanti denen adının hakkını veremeyen banka müsvettesi.
Bu saatten sonra senden bana banka olmaz, benden de sana müşteri olmaz.

24 Mart 2010 Çarşamba

Bugun ne giymiş


Dağınık oda konseptinde hazırlanan bu editoryalimizde , yatak düzeltilmemiş, odanın bilimum yerlerine dosyalar serpiştirilmiş ve bu sayede bok içinde yaşama ortamı sağlanmış.İçinde domates olduğunu tahmin ettiğimiz torba , mavi su şişesiyle çok uyum sağlamış.Laptop yanında çok şık durmuşlar.Ders çalışan ergen ya da home office iş yapan zavallı insan ele alınarak hazırlanan bu çekimde, pijamanın pembe renginin güzelliği eminim sizi de derinden yakaladı.Hele hele üstte kullanılan kırmızı-siyah yazılı bol tshirt pembe pijama altını vurguluyor.Ben olsam boyunda mor bir fular da kullanırdım.Çok şık olurdu.

Benim en çok beğendiğim bilekte biten siyah çoraplara eşlik eden pembe çizgili tokyolar.Hele sağ teki başka sol teki başka yerde ya..İşte dedim, budur.Ben de acilen siyah çorap almalıyım.Beyaz Havaianas larım da işimi görür sanırım.Sevgilim de bayılacak bu uyuma.Hemen bu akşam yapıcam.

P.S. KM Hanım biraz daha gelmezse elimdeki diğer fotoları da kullanıcam ona göre.

Erkek olsun , çamurdan olsun

Malumunuz , son derece erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz.Beylerin bu "ben yaparım, ben ederim" tavrını onlara verense tam olarak karşı cinsi.

Mesela annesi.Benim de bir erkek kardeşim var sonuçta.Biz küçükken annem "BB odanı toplaaaaa" diye bağrınırken, paşaya bir söyler iki söyler üçüncüsünde gidip kendi toplardı.26 yaşında kazık kadar adam oldu, mevzu hala aynı. Üstüne üstlük annem beni de kendine benzetti.Ne kadar "yapmıcam" desem de, bir süre sonra beyfendinin bokun içinde yaşamasına gönlüm el vermediğinden yayıntılarını toplamak zorunda kalıyorum.

Bu tip bir başka ilişki de beyler evlendikten sonra eşleri ile yaşanıyor.Su bardağını mutfağa götürmekten aciz erkek ahalisi evlenince de değişmiyor, anasının görev tanımını karısına devrediyor.Babadan oğula geçen saadet zinciri misali, gül gibi yaşayıp gidiyorlar.

Ana-oğul ve karı-kocaysa mevzu bahis, durum bir nevi kabul edilebilir.Organik bağ, eş durumu vs vs..Peki şirketteki çaycı teyzenin biz kızlara normal normal çay verirken, şirketin erkek ahalisine "ay şansınıza da iki tane şeker gelmiş Alkolik Bey, hihihihihi" şeklinde fingirdemesi ne oluyor?? Normaldir tabi.Sonuçta kendi kıçının nerde olduğunu bilmeyen kız bebekler bile babasına hayran oluyor.Benim saftirik kedim bile bizim 8 çift ayakkabımızın yüzüne bakmazken, babamın yeni giyilmiş ayakkabısının içinden kafasını çıkarmıyor.Erkek milleti bulunmaz hint kumaşı maşallah.Ama dedim ya , iş annede başlıyor.Yetiştirirken ayırmayacaksın kızdır erkektir, o zaman o adam kendi söküğünü de diker, karısına yemek de yapar.

Demem o ki , bir gün oğlum olursa eli sıcak sudan soğuk suya bol bol girecek.Kız erkek ayrımını evi dahilinde asla hissetmeyecek.Ey evrende başı boş dolaşan erkek bebek ruhlar.Aranızda anne olarak beni seçmeye karar veren olursa bi daha düşünsün.

23 Mart 2010 Salı

Başımız sağolsun


Mekanın cennet olsun Başkan ..

19 Mart 2010 Cuma

Gezici Recycle Ekibi


Caanım ülkem yeniden kullanilabilir copleri toplayip degerlendirmede büyük işler beceriyor. Her kose basinda recycle icin ayrilmis cop kutulari.Cam, teneke, kagit..Ustelik evlerde de coplerin ayristirilmasini saglayan 3lü cop kutulari var. Yanılıp da kagitlarla elma kabuklarını beraber attıgınız zaman belediye size oyle bir ceza kesiyor ki maasinizin yarisi gidiyor.Okullarda bu isin egitimi veriliyor, agac yasken egiliyor yani.Kullanılabilir tek bir malzeme bile yabana gitmiyor.Bayılıyorum egitimli insanlarimiza, belediyemize , devletimize..

Biliyorum, hayal aleminde yasiyorum.Belediyeler bir halti beceremiyor, insanlar bilinclenemiyor.Cope giden her soda sisesi, atilan her gazetede kendimizden yiyoruz, farkinda degiliz.Bu yuzden elimizdekileri iyi kullanmamiz lazim.Madem belediyelerde is yok, bizim de cop toplayıcılarımız var.Hani su heryerde gordugunuz el arabasina cuval takip ise yarar copleri ayıklayan takım.Evet, onlar bu isi para kazanmak icin caresizlikten yapıyor olabilirler.Biz de onlara yardımcı olalım, "kazan-kazan" ın kralı olsun.Onlar para kazansın, hırsızlık yapmasın, biz de cop olmayan coplerimiz yabana gidiyor diye uzulmeyelim. Peki ne yapalim? İse yarar coplerimizi , uzerinde yukarıdaki amblem olan tum posetlerimizi, sut kutularımızı, tenekelerimizi, cam siselerimizi bir torbaya koyup copun yanına bırakalım.Boylece "recycle ekibi" daha kolay ulassin, arada yabana gitmesinler.

Ben yapıyorum, ise yarıyor ;)

18 Mart 2010 Perşembe

BB'den İnciler

Çalıştığım şirketin yapısı itibariyle yaptığım iş bir süreliğine tamamen değişiyor. Yepyeni bir yerde, hiç bilmediğim bir işi yapacağım.Daha da ilginci, hayatımda ilk defa üretimle ilgilenip, process leri ona göre kuracağım.Yoğunluktan başımı kaldıramayacağımı öngörüyorum.Bu nedenle yazılarım azalabilir, idare edin ;)

16 Mart 2010 Salı

Asalakistan Cumhuriyeti


Kusura bakmayın sayın hemcinslerim ama ben bazılarınızın "Sevgilim izin vermiyooo" modunu algılayamıyorum.Hatta bazılarınızın sevgilileri sizi hiç takmıyormuş da, sırf siz millete "Beni cok onemsiyooo" imajı vermek icin bu maco adam hallerini takınıyormussunuz gibi geliyor.

Orneklerle acıklamak niyetindeyim.Sevgilimden dolayı tanıdıgım bir cift var zaman zaman programlara ortak olan.Erkek tarafı sevgilimin okuldan arkadaşı, ben kızla yeni tanıştım sayılır.Kız, bu adamla beraber olmaya başladığından beri ana, baba, kardeş, iş, güç, hobi, kızarkadaş, aklınıza ne geliyorsa 2. plana atmış durumda.Varsa yoksa bu adam.4 senedir filan beraberler ve sürekli "Ne zaman evlenceeez?" diye adamın beynini yiyor.Sinemaya gitmek istese dahi adam uygun olmadığı ya da istemediği için gitmiyor, film vizyondan kalkıyor "Gidemedim" diye anlatıyor.Hatırlarsınız, bi Murat Boz programı yapmıştık kızkıza.Maksat girls night, eğlenelim, coşalım.Hanım kızımız beni aradı, diyalog şu;

-BBcim aksama program yapmıssınız.
-Hmm evet.Sen gelmiyomusun?
-Ay sevgilim bana hayatta izin vermeez.Ampulgül bana "BB de geliyor" diyince inanamadım, arayıp teyit ediyim dedim.Sen nasıl gidebiliyorsun öyle yerlere kız başına anlamadım??
-:S Neyini anlamadın ben de onu anlamadım ama...Neyse biz gidiyoruz, gelirsen ararsın.
-Ay ben bi konuşıyim o zaman sevgilimle.Bak BB de gidiyor, demekki kötü bi yer diil diyim.Belki izin verir.
-:S (yok artık yaaa..) E de bakalım, belki izin verir.Hadi görüşürüz.

Madde Bir; Nasıl bir imaj veriyorum acaba?? Çok asil, çok hanım kız, çok anakuzusu, sevgilisinin dizinin dibinden ayrılmayan sürüngen??? Hiçbir fikrim yok.Hepsi ve belki de hiçbiri.Benim her ay en az bir defa gittiğim bir yer için arkadaş neden bu kadar şaşırdı anlamak mümkün değil.Gerçi bahsi geçen kişi sevgilime doğumgününde ne hediye alacağı ile ilgili fikir almak baabında beni aradığında "Ne alıyım bilemedim, ikinizin de çok abuk subuk merakları var" demişti.Son günlerde aldığım en güzel iltifattı.

Madde İki; Kızkıza dışarı çıkıyor olma fikrinin olay olmasına kafam basmıyor.İnsanlar arkadaşlarıyla çıkar , eğlenir.Her halt sevgiliyle yapılmak zorunda değildir.İnsan tek başına spora gidebilir, sinemaya gidebilir, sadece kızarkadaşlarla yemek yiyip, gece çıkabilir. Tabi sevgili asalağı şeklinde yaşanan yılların sonunda bir kızarkadaş kalmışsa.

Madde Üç; Bir yere giderken sevgili izin versin! diye çirkin olma halleri işin uç noktası.Spora giderken güzel olma, kafan aşağı baksın, işe giderken topuklu ayakkabı giyme, aman dikkat çekme. Bir kız hayatında kimse yoksa pijamadan bozma eşofman giyip, erkek çocugu gibi ellerle mi gezer? İnsanın kendisine özenmesi için illa biri tarafından beğeniliyor olması mı gerekiyor? Kendi kendini beğenmesi yetmiyor mu? Bendeniz, özen göstermeden dışarı çıkmamaya çalışırım, ayrıca sevgilimin kendine bakmadan işe gitmesini, dışarı çıkmasını istemem.Ben olsam da olmasam da...Şimdiiii, bu bölümde bir grup ahalinin "Ama ya başkaları da onu beğenirseee??" diye ağlak suratlarla bana baktığını seziyorum.Beğensinler , daha güzel. Rahatsız olmak yerine, gurur duymak daha hoş bir durum olur.

Madde Dört; Kızlar, erkek arkadaşlarından izin almazlar, nokta! İzin alma hadisesi 5 yaşında "Annee Boncuksu lara evcilik oynamaya gidebilirmiyiiiim??" ile başlayan, 17 yaşında "Babaaa Bodruma okul gezisi var , gidebilirmiyiimmm?" ile biten bir süreçtir.Sonraki zamanlarda izin alma durumu sadece şirketten doğum izni vs için geçerlidir.Aksini beynim almıyor.Bir bireysen, kişiliğin, hayatın, şu dünyada işgal ettiğin bir yerin varsa, istediğini yapmak için senin gibi bir başka bireyden izin istemek fikri beni deli ediyor.Eğer bu durumlar haricinde "Sevgilim spora gitmeme izin vermiyooo" gibi cümleler kuruluyorsa, ben o adama kızmam, o kızın kendine olan saygısından şüphe ederim sadece.

Bu postu yazıyor olmak bana çok garip geliyor cidden.Çok feminist görünmüş olabilirim ama feministliğin yanından bile geçmem.Benim de canımdan çok sevdiğim bir sevgilim var.Her ikimiz de arkadaşlarımızla ayrı ayrı program yapabiliriz ve yapıyoruz da.Her an iletişim halindeyiz, olan bitenden haberdarız ama birbirimize olan saygı ve sevgimizi birbirimizden izin alarak ifade etmiyoruz, ki zannediyorum bu tip insanlar olsaydık da, asla beraber olamazdık.

Bahsettiğim kız arkadaşıma ise başlarda kızıyordum, artık sadece acıyorum.

15 Mart 2010 Pazartesi

Bağlantı kurabildiniz mi?


Filmin adı ; Nothing But The Truth.
Konusu; Gazetedeki kosesinde bir CIA ajanının kimligini ve onun beyaz saray tarafından dikkate alinmayan iddialarını yazan gazeteci Rachel Armstrong hapse atılır.Yasalara gore hapisten kurtulmasının tek yolu ona bu bilgiyi veren kaynaginin adını aciklamasidir ancak kendisi bunu yapmaya yanasmamaktadır.Avukatı Alan Burnside, müvekkilini büyük jüri önünde aşağıdaki sözlerle savunur;

In 1972 in Branzburg v. Hayes, this court ruled against the right of reporters to withhold the names of their sources before a grand jury, and gave the power to the Government to imprison those reporters who did.It was a 5-4 decision, close. In his descent in Branzburg, Justice Stewart said "As the years pass, power of Government becomes more and more pervasive.Those in power" he said "whatever their politics, want only to perpetuate it, and the people are the victims".Well, the years have passed, and that power is pervasive. Mrs. Armstrong could have buckled to the demands of the Government, she could have abondoned her promise of confidentiality.She could've simply gone home to her family.But to do so, would mean that no source would ever speak to her again , and no source would ever speak to her newspaper again.And then tomorrow when we lock up journalists from other newspapers we'll make those publications irrevelant as well, and thus we'll make the First Amendment irrelevant.And then how we'll we know if a President has covered up crimes or if any army-officer has condoned torture? We as a nation will no longer be able to hold those in power accountable to those whom they have power over- and what then is the nature of Government when it has no fear of accountability? We should shutter at the thought. Imprisoning journalists-that's for other countries , that's for countries who fear their citizens, not countries that cherish and protect them. Some time ago, I began to feel the personal , human pressure on Rachel Armstrong and told I her that I was there to represent her and not her principle.And it was not until I met her that I realized that with great people there's no difference between principle and the person.


1972'deki Branzburg & Hayes davasında bu jüri, gazetecilerin bilgi kaynaklarının isimlerini açıklamaları gerektiği yönünde karar vermiş ve aksi şekilde davranan gazetecilerin tutulanmaları için hükümete yetki vermiştir.Bu karar 5'e karşı 4 oyla kabul edilmiştir.Karar esnasında Yargıç Stewart şunları söylemiştir "Yıllar geçtikçe, hükümetin gücü daha da yayılacak ve güce sahip olanlar , politikaları her ne olursa olsun, sadece bu gücü yaşatmak isteyeceklerdir ve insanlar da bu gücün kurbanı olacaklardır".Ve evet, yıllar geçti ve o güç yayıldı. Bayan Armstrong, hükümetin taleplerine boyun eğebilirdi, gizlilik yemininden dönebilirdi, ailesinin yanına dönebilirdi.Ama bu şekilde davranması, kaynaklarının ona bir daha asla bilgi vermemesi demek olurdu, hiç bir kaynağın bir daha asla gazetesine bilgi vermemesi demek olurdu. Gelecekte de, diğer gazetelerde çalışan gazetecilerin tutuklanması demek, o gazetelerin de geçersiz kılınması demektir ve böylece anayasadaki özgürlükle ilgili madde de geçersiz kılınmış olacaktır. Peki bu durumda, başkanımızın işlediği suçların üzerini örtüp örtmediğini nasıl bilebiliriz ya da bir ordu mensubunun işkence yapıp yapmadığından nasıl haberdar olabiliriz? Güce sahip olanların , onlara o gücü vermiş olanlar önünde hesap vermelerini sağlayamayız. Peki ya hükümet hesap verme korkusuna sahip olmazsa neler olabilir? Gazetecilerin tutuklaması diğer ülkeler içindir, vatandaşlarından korkan ülkeler için, vatandaşlarını sayan ve koruyan ülkeler için değil. Belli bir zaman önce, Rachel Armstrong 'un üzerindeki baskıyı hissetmeye başladım ve ona , orada bir prensibi savunmak için değil, kendisini savunmak için bulunduğumu söyledim. Ancak onunla tanışınca anladım ki, yüce insanlar için prensipleri ve kendileri arasında bir fark yoktur.

Günün Fotosu


"Üzülme yavrum , feyz al.Daha küçüksün,sana da kismet olur belki bi gün"

12 Mart 2010 Cuma

Uterque in Istambul


Turkiye'ye de geliyorlar diye sevinmistim ama Istambul neresi acaba?
Bilen var mı? :)

Bu cuma daha bir güzel


Çeşme dediğim zaman yazlar gelir aklıma.Arkadaşlarla geçirilen keyifli,bol kahkahalı, mis gibi deniz kokulu, müzikli,eğlenceli yazlar.Eski yazlarımın, güzeller güzeli esmer kahramanını görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki.Şimdi onu oğluyla birlikte blog denizinde bulmak bana hayatta çok büyük tesadüfler olduğunu hatırlattı.Öyle mutlu oldum ki, tarifi yok.

Eren e ve annesine kocaman öpücükler :)

Kim demiş? Ne demiş?

"Eşcinsellik biyolojik bir bozukluk, bir hastalık.Tedavi edilmesi gereken bir şey"

Kim söylemiş??
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf

Homofobi gercekten biyolojik bir bozukluk, bir hastalık.Tedavi edilmesi gereken bir şey.

Sayın Sevgili


Karılarla kızlarla fingirdemekten vazgeç.

O eline monte ettirdiğin mavi renkteki Blackberry nin hiç güzel olmadığını belirtmemde fayda var.Edward Scissorhands gibi dolaşıyorsun ortalıkta.O elle sana bakan, sarı kafalı çiyan tipli kızı da yolmadığıma şükret ayrıca.

Fingirdemek için Kybele den başka yer mi bulamadınız?? Hıı?? Orası benim yerim.Gidin başka yerlerde takılın.

Halbuki tek amacım İstanbul uçağına binmeden gelip son bir kez seni öpmekti.Ama yok işte..Erkek milleti...Sizi size bırakıyorum ve gidiyorum..Hıhh!

Bu aralar rüyalarım beni çok yoruyor.Ballı süt falan mı içsem yatmadan naapsam??

11 Mart 2010 Perşembe

Ayşegül


Bu defa ciddi biseylerden bahsetmek istiyorum.Hic yapmadim daha once ama bu defa yardiminiza ihtiyacimiz var.

Fotografta gordugunuz minik kızın adı Aysegül.9 yasinda ve 3 aydan fazladır yogun bakımda.Kaslardaki yaglanma nedeniyle kalbi ve akcigerleri etkileniyor.Bu nedenle nefes alamiyor ve surekli makineye bagli.Tetkikleri yapılmaya devam ediyor, bir kısmı da yurtdısına gonderiliyor.

Aysegul bir arkadasimin isyerindeki servis soforunun kızı.Hasan Bey, 4 yıl once 3,5 yasindaki oglunu doktor hatasi nedeniyle kaybetmis.Kızını kurtarmak icin herseyi yapmaya, servis aracini satmaya dahi hazır.Bagkurlu oldugu icin masrafların bir kısmını devlet karsiliyor ancak kredi de cekmesine ragmen yetmiyor.20 TL bile cok onemli onlar icin.

Cok yakın tanıdıklardan gelince bu istekler insan daha bir kotu oluyor.Ben birseyler yapıyorum elimden geldikce.Daha once es-dost kim varsa bir kac kurus toparladık.Belki sizlerin de bir faydasi olur dedim, burada da yayinlamak istedim.

Yardimci olmak isterseniz;

Hasan Hüseyin Çiçek
Finansbank - İzmir/Cigli Organize San. Bol. Subesi
Sube Kodu: 00937 - Hesap No: 17968646
IBAN:TR 51 0011 1000 000 000 17968646

10 Mart 2010 Çarşamba

Galatasaray camiasına çağrı


Seyid Dede'yi stadımızda ağırlayalım.
.
Detaylar için Armanın Peşindeyiz

Yazmak


Ben kendimi bildim bileli yazdım.

11 yaşındayken, kardeşim okumasın diye hazirlik sınıfında yeni yeni öğrenmeye başladığım bozuk ingilizcemle yazdığım pembe günlüğüm mesela.Kilit vardı üzerinde de, bizim oğlansa söz konusu olan, değil kilit, CIA'in parmakizi şifresi olsa bir işe yaramaz.Onu durdurmanın tek yolu anlayamayacağı bir dilde yazmaktı, işe de yaradı.Hala durur.Ara ara açar bakarım, yaz tatilimi nasıl geçirmişim, kimleri beğenmişim, nerelere gitmişim..

Daha sonraları benimle birlikte günlüklerim de büyümeye başladı.Şimdi Google-Görsellerden yaptığım aramaları, o zamanlar dergilerden yapardım.Bir elbise mi beğendim, hoop, kes-yapıştır.Büyüyüp kocaman bir iş kadını olunca bu arabadan mı alıcaksın, hadi bakalım, keselim yapıştıralım, karmaya işaret edelim.Platonik aşkları vardır ya insanın o zamanlar, "bana baktı" , "beni gördü" diye yazıp durmuşum büssürü.Zannedersin Mecnun'una kavuşamadan kendini kesecek Leya son sözlerini söylüyor.Bazen görüyorum o zamanki büyük aşklarımı, şimdiki aklım olsa kalem oynatmazmışım onlar için:)

Günlüklerimin sadece bana faydası olmadı tabi.Benim buluğ çağımla kendisinin menapoz döneminin karıştığını sandığım ve o zamanlarda çok ciddi iletişim bozuklukları yaşadığım annem, "nerelere gömsem" diye günlerce düşünüp sakladığım defterlerimi allem etti kallem etti ortaya çıkarıp, okudu.Hala kabul etmez bu yaptığını, ama çok zeki kızı ince ayarlar yapardı defterlerine kimsenin farketmeyeceği.Hemen de anlardı başkasının eli değmişse.

Sadece annemden yana iş açmadı başıma yazma merakım.Orta 2 filandım sanırım, nefret ettiğim bir ders ve nefret ettiğim bir öğretmen yüzünden kitabıma yazdığım bir kaç satır not, okuldan atılmama sebep olacaktı az daha.Tamam, ben de bilmiyorum neden o kadar ulu orta yazdığımı ama kitabı ödünç verdiğim arkadaşım da maşallah kabak gibi açmış yazdıklarımı.Ağla, sızla kurtuldum atılmaktan ama bu olay bile tövbe ettiremedi beni yazma illetinden.

Şimdilerde burası var içimi döktüğüm.Büssürü yazım olmuş bu geçen zamanda.Yayınla tuşuna basmadan döktürdüğüm bi bu kadar daha yazım var aslında sizin hiç görmediğiniz.Telefonumdaki notes bölümü bile benim için yazı yazmak için bir araç.Hiç durmadan yazıyorum, yazmazsam çatlarmıyım acaba diye merak ediyorum.Yazmam için bir sebep olması gerekmiyor her zaman.Birşeyi beğenmem ya da tam tersi nefret etmem çıkış noktam olmak zorunda değil.Ya da illaki birilerine kendimi anlatmam gerekmiyor iki çift laf edip.İçimin yazası varsa kafama yolluyor zaten kelimeleri, onlar yollarını buluyorlar ben burayı açtığımda.

Peki bunu neden yazdın derseniz...Öylesine..Hoşuma gitti buralarda olmak, ondan tamamen ;)

9 Mart 2010 Salı

Orda bir köy var uzakta


BB bu aralar deliler gibi ne bekliyordu??
Alice In Wonderland'in Türkiye'ye gelmesini.

Geldi , geldii :) Peki ne zaman izleyecek? Bilet alsın hemen!!
Alamıyor malesef.Muhtemelen cok uzak bir tarihte, Istanbul'a gittiginde izleyebilecek.Ya da illegal yollara başvuracak.

Neden? Kafası mı guzel??
Hayır.Izmirli sinemaların kafası güzel.Cunku caanım filmi Izmir'e sadece Turkce dublajlı getirmisler.Izlemek istiyorsan mecbursun Turkce izlemeye.

Aaaa !! Daha neler???
Evet , aynen öyle.
.
Su yukarıda yazdıklarımı biri bana söyleseydi hayatta inanmazdım.Ama mybilet, cinebonus ve afm sinemaları ayrı ayrı kontrol ettim, hepsi aynı seyi soyluyor; Izmir köydür, burada İngilizce izlemek isteyen cıkmaz.Bir filmi orjinal haliyle izlemek herkesin hakkıdır ve sinemalar izleyicisine Türkce ve Orjinal/Altyazılı opsiyonlarını sunmak zorundadır.Türkçe haliyle iyi olacağını düşünseydi Tim Burton Türkçe çekerdi zaten.
.
Sonra korsan kötü, korsan fena..Tamam katılıyorum, emeğe saygı önemli ama şu durumda siz benim yerimde olsanız ne yaparsınız???

Es-Es


Dün Eskisehir karsisinda patladık bildiginiz uzere.Skor net; 2-1.Biz oynamadık, oynamaya calıstık sadece tamam da, hakemler de evlere senlikti masallah.3 tane net elle oynamayı ben saydım.Bi tanesi Eskisehir icin Koray'ın golüydü.Sonra hatayı hatayla kapatmalar, Jo'ya penaltı calmalar , falan filan..

Macı ya da hakemleri degil,Eskisehir taraftarını yazmak istiyorum aslında.Cok keyif aldım dunku macı izlerken, sırf onlar sayesinde.Es-Es bando ne guzel bir fikir,ne kadar hos.Eskisehir'in ne kadar atesli bir taraftarı var.Superler.Öyle ya da böyle..Bu taraftara yakıştı Galatasaray'ı yenmek.
.
EDIT: Ben taraftarın güzelliğinden bahsederken, orada maçı izleyen bir aslandan yanıt geldi.Es-Es safraları temizlemeli.Tribunde gordugum bandoya, şarkılara, o güzelim taraftara yazık oluyor.

Intikam soguk yenen bir yemektir


Oscarlarda ya kırmızı halı konusuldu ya da Avatar'ın kac tane ödül alamadığı.Evet bence de Zoe Saldana'nın Givency'si gecenin en güzeliydi, tahmin edildigi gibi bir kırmızı halı görsel şöleni de yoktu.Ve evet bence de Avatar en iyi film secilmemekle bir cok insanı şok etti.Ama pek farkedilmeyen bir gercek daha var;

En iyi film ve en iyi yönetmen ödüllerini de toplayan The Hurt Locker'ın yönetmeni Kathryn Bigelow, Avatar'ın yönetmeni James Cameron'ın eski karısı!! Nasıl ama ?? Tam kadınlar günü hediyesi olmus.James Cameron'a dikkatli bakarsanız, bi yandan alkıslarken bir yandan gozlerinden ates cikardigini gorebilirsiniz."Ex"lerin intikamıııııı...Sinemalardaaaa...

Töreni yeniden izlerseniz, Barbara Streisand en iyi yönetmen ödülünü açıkladığı sırada, zarfı açıp "It's about time..." dediği an Kathryn Bigelow'un yüzüne bir bakın lütfen.Bence de artık bir kadın yönetmenin bu ödülü almasının zamanı gelmişti.

Bir de, Sandra Bullock'u izlemedim ama çok merak ediyorum.Julie & Julia'daki muhtesem Meryl Streep'i gecip Oscar'a ulastigina gore inanılmaz bir oyunculuk olmalı.

Sevgilimin Digi-Plus i sayesinde önceden kaydetmiş oldugum kırmızı halıyı dün gece izledik, Oscar'ların tamamını da bu gece izleriz heralde.Uykusuz gecelere son, yasasın teknoloji...Digi..digi...digi..
.
BB bu dedikoduları buradan biliyor.

8 Mart 2010 Pazartesi

Bi tepem atıcak..


Benimle aynı anda işe giren ancak aynı şirket sahiplerinin farklı bir işinde çalışan bir arkadaş beni deli ediyor.Kendisi felsefe mezunu.Benim yaptığım işle ilgili hiç bir fikri yok.Hayatta satış,lojistik,pazarlama vs uğraşmamış.Çünkü daha önce dünya bankasında çalışmış.Biliyorum böyle ağzını doldura doldura "Dünya Bankasıııı" dediğin zaman pek bir afilli geliyor kulağa ama literatür taramak ve rapor yazmak dışındaki hiç bir mevzudan haberdar değil kendisi.Halihazırda yaptığı işi bile bu şirkete girdikten sonra öğrendi.

Şimdi...Bu anlattığım adam, her ne kadar dünya şekeri, dünya tatlısı, bıcısı,canısı olsa da sürekli benim işime karışıyor.Şirketin bulaşabileceği yeni sektörler için yaptığım araştırmalarla ilgili 80 tane mail atıyor, "Buraya da bak bence" diyor.Bahsettiğim bir sektörle ilgilenen bir arkadaşıyla beni tanıştırmak, hem de hemen!! tanıştırmak istiyor."Taslağını patronlara sunarıZZZ" diyor.Kendisini asla ilgilendirmeyen her türlü hadiseye burnunu sokuyor.Farkındayım, kendince yardım etmeye çalışıyor ama feci sinirlerimi bozuyor.Az önce içim kan ağlayarak kendisine kibarca "benim işime karışma" dedim ki uzun vadede canımız sıkılmasın. İçimden bir ses, benim üzerimden patronlara yalakalık yapmaya çalıştığını söylüyor ama o kadar salağım ki işin bu boyutunu düşünmemeye çalışıyorum.

Dikkat etmişsinizdir, son derece ılımlı anlattım, ılımlı yazdım.Sabrımı korumak için elimden geleni yapmaktayım da, bu insanların her boka maydonoz olma durumuna bir ilaç falan var mıdır? Ya da ben kibarlığımdan ses etmedikçe millet yine tepeme mi çıkmaya başladı?? Du bakalım, sabır.

BB The Yaratıcı Blogger

Stil Catcher Itır, bana yaratıcı blogger ödülü vermiş.Çok teşekkür ederim :)
Itır'ın da dediği gibi; İyiki varız, iyiki varsınız.
Benim yaratıcı blogger larım ise;


Bir de benden;

Kendimle ilgili 7 ilginc seyi yazmalıymısım aslında ama her türlü acayipliğimi post olarak dile getirdiğimden çok gerek yok bu bölüme gibi geldi:)

7 Mart 2010 Pazar

Mavi ülkenin kırmızı kızı

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, deniz kokan bir ülkede kıpkırmızı bir kız yaşarmış.Kırmızı kız, mavi rengi pek bir severmiş.Hep maviler giysin, mavi denizlerde yüzsün, kafasını kaldırıp masmavi gökyüzündeki bulutları görsün istermiş.

Günlerden bir gün, daha önce hiç görmediği bir mavi görmüş.Bu renk daha önce gördüğü hiç birşeye benzemiyormuş.Ne denizin mavisiymiş bu gördüğü, ne de gökyüzünün.Bebeğinin elbisesinin rengi de değilmiş, en değerli taşların alacalı mavisi de.Tam "Çözdüm" dediği anda sihirli mavi, renk değiştirip yeni bir tona bürünüyormuş.Büyülenmiş.Bakmak yetmemiş korka korka ellerini uzatmış.Dokunmak istemiş.Parmaklarının ucu değdiğinde, anlatamadığı o mavi değişmeye başlamış.Büyümüş, büyümüş, kocaman kalpli bir adamın masmavi gözleri olmuş.Adam kızın ellerini sıkı sıkı tutmuş ve gülümsemiş.O an,kız son nefesini vermiş ve masmavi bir aşkın en derin yerinde yeniden doğmuş.

Bu kırmızı kıza mavinin en güzel tonlarını anlatan adam;

İyiki doğdun, iyiki varsın, iyiki benimsin...Seni çok seviyorum
.
.
Çizimlerini kullanmama izin veren Pino'ya kocaman öpücükler

5 Mart 2010 Cuma

İnsan denen psikomatik çelişik ilişkiler yumağı


Hastalıklı bir şekilde her türlü balığa, akvaryuma, akvaryum alet-edevatına bağımlı bir adamla çalışıyorum.İlk çalışmaya başladığım günlerde ofiste normal bir çalışma masası boyutunda bir akvaryum ve icinde de elim kadar 30 tane balık vardı. Ofiste benim masamı koyacak yer bulamadıkları için maesef beyefendi akvaryumu satmak zorunda kaldı."Evinizde yer yok mu?" diye sormuştum sattığını duyup üzülünce, evinde daha da büyüklerinden büssürü varmış , daha sonra öğrendim.Utanmasa balıklarına sarılıp uyuyacak, o derece fanatik.

Gel gelelim aynı adam her hafta sonu arkadaşlarıyla tekne kiralayıp balık tutmaya çıkıyormuş. En sevdiği yemek de balıkmış.Hem severim hem gebertirim misali hastalıklı bir aşk hikayesi sanırım.

İnsanoğlu içinde ciddi çelişkiler barındırabiliyor, evet , farkındayım.

4 Mart 2010 Perşembe

3 Mart 2010 Çarşamba

Being a woman


Bundan 6-7 yıl öncesinde bendeniz Converse'leriyle yatıp kalkan, tek derdi rahatlık olan bir üniversite öğrencisiydim.Universiteyi bitirdiğim yıl Converse'lerim isyeri tarafından sansüre uğradı.Kaka işyeri :(( Ne farkederdi giyiversem?? Sadece Converse'lerim değil üstelik , kotlarım, t-shirtlerim, kısaca okula giydiğim ne varsa artık haftasonları kavuşabileceğim zavallı eski arkadaşlarımdı. Yine rahatlıktı benim için mevzu bahis, ben de durumu yine kendime uyarladım.Renk renk ince kanvas ya da koton kumastan erkek kesim pantolonlar aldım.Altına da babetler.Kısın pantolonların kuması kalınlastı, altına siyah Oxs lar giyilmeye başlandi.Eski kıyafetlerimden cok da uzak değildim artık;) İsyerimin 2. yılında sadece işçilerin çalıştığı, makyaj yapmanın bile lüks olduğu Serbest Bölge'ye taşınmak zorunda kaldım.Muhattap olduğum kamyon şöförleri beni erkek gibi görünmem gerektiği düşüncesine itti.E ne de olsa yağmurun altında bağıra çağıra tır yüklemişliğim bile vardı.(Tamamen fazla mükemmelliyetçi olmamdan kaynaklı apayrı bir yazı dizisi).Serbest Bölge'de işim bitip halkın arasında çalışmaya başladığımda da durum değişmedi.Rahatsam gerisi boştu benim için.Makyaj yapmak bile laf olsun diye sürülen allık ve rimelden ibaretti.

Tam da o dönemlerde bana birşeyler olmaya başladı.Uzun süreli sevgilimden ayrılmammıydı beni tetikleyen yoksa içimden birşey çıkıp kafama mı vurdu bilmiyorum ama dişi olduğum geldi aklıma.Kadının dünyada süslenmek gibi bir keyfi vardı ve ben uzun zamandır böyle bir "hobinin" varlığından habersizdim.O aralar işimin beni çok yorduğunu ancak başka da birşey katmadığını farkederek , biraz da yüksek lisans tezimi yazabilmek amacıyla iş değiştirdim.Artık uluslararası bir firmada çalışıyordum.Tır şöförleri, işçiler "ablacım" ,"bacım" diye peşimden koşmuyorlardı.Evet, hala Converse'lerim kadim haftasonu dostlarımdı ama çok da umrumda değildi.Önce işe giderken giydiğim babetlerimin yerini 2 parmak topuklular almaya başladı.Polo yaka t-shirtlerin yerine gömlekler, bluzlar geçti.Zamanla topuklar yükseldi.Eskiden 40 yılda bir giydiğim sonra da 3 gün bacak ağrısı çektiğim ayakkabılarım, bana alçak topuklu gelmeye başladı.Daracık kalem eteklerin üzerine gömlekler, siyah çoraplar vazgeçilmez oldu.

Bugünse durum çok da farklı değil.Topuklu ayakkabılara mini etekler, göz makyajıma kırmızı ruj eklendi.İçimden kokoş bir kız çocuğu fırladı, gitgide kremlerden, makyaj malzemelerinden,her türlü bakımdan, parfümden, güzel iç çamaşırlarından, topuklu ayakkabılardan daha çok keyif alıyor ve benim de onu durdurmaya hiç niyetim yok.

Bu yazıyı neden yazdım derseniz eğer...Converse giyerken de deliler gibi dergi okurdum, şu halimde de her ay başını iple çekiyorum.Deliler gibi hatmettiğim dergilerin içinde, Vogue US Edition her zaman o dergi dağının üzerinde takma kirpikleri ve upuzun ipek peleriniyle asasını sallayan bir kraliçeydi. Şimdi bu kraliçe tacını Türk kardeşine devretti. "Nihayet" Vogue Türkiye geldi. Kadın olmaktan keyif alan her dişi için bu bir nimet, kutlanması gereken bir kavuşma ve her dişinin içinde olan dedikodu aşkı nedeniyle de üzerinde çok fazla konuşulan ve kimilerine göre de bekleneni veremeyen patlak bir balon. Şöyle bir düşünün, hangi dergide bu kadar özenli editoryaller gördünüz? Hangi fotoğrafa modelin ne giydiğini önemsemeden bu kadar uzun süre bakakaldınız? En son bu kadar güzel yazıları ne zaman okumuştunuz? Nil'in Sezen Aksu'nun bu kadar içten yazdığını farketmiştiniz? En son hangi dergide bu kadar ulaşılabilir ve aynı oranda da güzel parçalar tavsiye edilmişti? Ve en son ne zaman size bu kadar değer verildiğini, zor beğendiğiniz varsayımından hareketle bu kadar yüksek bir kalitenin sunulduğunu, dünya çapında işler yapıldığını farketmiştiniz? Çok reklam var demeden, bilip bilmeden konuşmadan, ölesiye eleştirmeden önce bi durup düşünün. Kadın olduğunuzun farkına varın ve o dergiyi tekrar elinize alın. Bitirdiğinizde dergi demek bile gelmeyecek içinizden.

"If fashion is a religion, this is the Bible"... Anna Vintour

1 Mart 2010 Pazartesi

Go


Film önerilerimden sonra oldu olacak bi de albüm öneriyim.Çok kültürel -sanatsal bir böcek oldum, idare edin.

Arabamda sürekli Bedük'ün Go albümü dinleniyor bu aralar.Electric Girl'i duyabilirsiniz heryerde.Benim favorim ise, ki albümün adını da koymuştur ; Go.Müzik kalitesi her albümde biraz daha artıyor Bedük'ün.Her defasında daha iyisini bekliyorum artık.Bi de This Fire'i Franz Ferdinand'dan daha iyi söylemiş sanırım.Onu arabada dinlemek mütemadiyen gaza basma etkisi yaratıyor.Benden söylemesi.Listen Responsibly !

Söylemeden geçemeyecegim, eskiden yabancı müzik çalan radyolar, Türk şarkıcıların İngilizce yapılmış parçalarını çalmazlardı.Virgin Radio, Electric Girl'i çalıyor, super yapıyor.

Bedüüük, İzmir'e gelseneeeeeee :(((

Nine & Up


Ctesi gecesi Nine'ı izledim.Gidin, izleyin..cidden.Penelope Cruz'un sahnesi kült haline gelir.Sevgilim özetledi mevzuyu, kalkıp alkışlamak istiyorsunuz.Geçit töreni yapıyorlar ve siz her gördüğünüze bu en iyisiydi diyorsunuz.

Pazar akşamı da Up'ı izledik.Pixar-Disney bu işi abartmış artık.Görüntü o kadar gerçekti ki bazı sahnelerde ağlayasım geldi.
Bi de, ben de öyle balonlar istiyorum, Kevin'in yavrularından istiyorum, Nine'daki tüm kostümleri istiyorum, Penelope gibi dansediyim istiyorum.

Sarı-kırmızı kremalı cupcake


Biz 16:45 itibariyle Mojito lu kutlamalara baslamıstık aslında.Skor tabi guzel de asıl guzel olan o oyundu.Ozellikle ilk yarıdaki siir gibi futboldu.

Keita o ne goldu be guzelim?? Her mac takla atsan, bizi mutlu etsen??

Giovanni Dos Santos..Sana ne yedirdiler, ne icirdiler bilmiyorum ama adını ezberlettin spikere.İcindeki canavar cıkmıs ortaya.

Cok ümitlendim yaww, valla .Pztesi sendromundan eser yok sayenizde.