27 Ekim 2010 Çarşamba

Ordular...İleriiiiiiii

Sevgilim, calistigi firma nedeniyle 10 gün kadar Auto Show’da olmak durumunda. Yine aynı firmanın “sevgili kontenjan kıyağı” olarak bendeniz de 1-2 gün oralarda olacağım. Auto Show denen hadise yeni arabaları görebildiğiniz, beğendiğiniz ama asla ulaşamayacağınız “makineleri” görmeniz için bir fırsat, başka da bir amacı yok. Eğer benim gibi düşünüyorsanız ya dişisiniz ya da içinizde bilmediğiniz bir yavru kuş yaşıyor. Çünkü pek sevgili arkadaşım Handenin acımasızca attığı nifak tohumları nedeniyle stand görevlisi adı altında totosunu sallayarak dolaşma görevine sahip, bacak boyu 1.20 olan, sarışın süt gibi hatunlar aklımın bir köşesinde benimle yaşıyor.Benim gibi kıskançlığın yanından geçmeyen insan evladından pekala bir canavar yaratılabiliyormuş onu anladım şu an. Evet biliyorum, erkek milleti bu, bakacak tabi, ben de bakıyorum zaten, güzele bakmak sevaptır vs vs. Ama yine ben derim ki işimizi sağlama alalım. Pek sevgili 243 kişiden oluşan izleyici ahalim. Aranızda İstanbul’da oturup da Auto Show’a gidecek olan birileri varsa, siz saygıdeğer kardeşlerimin ulvi bir görevi olacak; Stand görevlisi/Hostesi adı altında bacak boyu ortalamasını yükselten yaratıkları etkisiz hale getirmek. Bu noktada yapabileceklerinizi tamamen sizin hayal gücünüze bırakıyorum ama ben olsam bacaklarına örtü sarabilir, gözlerine biber spreyi sıkabilir ya da çelme takıp düşmelerini sağlayarak hiç olmazsa topuklarını kırabilirim. Elbise yırtmak ya da uzerine su dokmek de ise yarayabilir sanmıstım ama eminim bunlar is kazalarından da gayet verimli faydalanabilir. Aralarında aşifte bi kaç tanesini yakalarsam müdürlerine “arabanızı almak için kaparo getirmiştim ama şu hanfendü bana o kadar saygısız davrandı ki firmanızın gözümdeki imajı sıfır, teessüf ederim” diyebilirim. Ben üzerime düşeni sonuna kadar yerine getirmek niyetindeyim. Sizden de rica ediyorum; beni yalnız bırakmayın. Kökünü kurutalım şunların.
Foto olarak bulabildiğim en temiz olanını kullanmaya calıstım. Eminim bu kızların stand hostesliği disinda cok daha baska kariyerleri de var.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Zor

Hayatımın hem en zor hem de en kolay derbisiydi dun aksamki FB-GS macı. En zor cunku dagilmis, yer yer cokertilmiş, inancsız, guvensiz, ,takım anlayısından uzak,dahası takımı satmayı aklından geciren rezillerle dolu bir takımım var bu aralar. E boyle bakıldıgında 6-0 az gelir diyen fenercellliler haklı cıkar mı acaba diye dusunuyor insan. En kolay cunku kac tane yersek yiyelim takımın bu derece bitmis halini bir daha bulamazlar dusuncesi icerisindeydim. Bilyoner’de GS galibiyetine 4.30 veriyorlar.(OHAA) Nasılsa yenilmek sart, bari adam gibi duralım, biraz ter akıtalım da oyle yenilelim. O zaman gercekten sikayet etmeyecegim diyordum.Cuma aksamından stres tepemde pervane, zaten keyifsizim bu ara ki bu apayrı bir yazı konusu. Pazar sabahı cok guzel bir kahvaltı, sonra dolas dolas, aklında sadece mac varken yaptıgından da bir dereceye kadar keyif alıyorsun. Bari eve gidelim, macı bekleyelim. Hep soylerim, GS maclarına bet yapmam, sarı kırmızı giymem, mactan once soyle yenicez boyle yenicez demem, herkesin totemi kendine, bunlar da benimkiler. Dedim madem hersey ters gidiyor, ben de tersini yapiyim bi bakalım. Sarı kırmızı yakalı GS Store sweatshirt umu mac saatine giymek uzere sabahtan hazırlamısım. Saat 18:00, ben ve sarı kırmızı sweatshirt üm, e bi de sevgilim mac icin hazır, tv karsısındayız. Gerilmedim diyorum ama o 90 dakika nasıl gecti ben bilmiyorum. Kendinden bu derece emin konusan fenerliler bile bir nebze ulan ters gelirmiyiz acaba diye dusunmus anlasılan ki ters gelmelerine ramak kalmıstı :) Oyunumuzdan memnunmuyum, memnunum. Neden? Cunku koştular, çabaladılar. GS’da sorunlar cozuldu mu? Hayır, halının altına supurulmus kafam kadar bir cıkıntı halinde duruyor.

Bir de anlamadıgım su; gecen hafta 4 tane yedik diye asarız keseriz diyen taraftara bu hafta passiflora mı verdiler de bu hafta ask sarkıları esliginde floryaya gelindi? Nabza gore serbeti biz bilmezdik, yonetimle beraber taraftara da biseyler oldu.

Tarihe not; Ben bu yazıyı yazarken sirketteki yeni gorevim bana acıklanmadan tum sirkete yazıyla duyuruldu. Biz de GS gibiyiz, arada bozuk saat gibi dogruyu gostersek de, gercekte hersey ters işliyor.

22 Ekim 2010 Cuma

It's friday


Grace Kelly By Howell Conant

21 Ekim 2010 Perşembe

Uğurlar olsun

Onun gidişini hazmetmem zaman alacak ama onu gönderenler adına duyduğum utanç azalmayacak.

O her zaman bir beyefendiydi.Hep çok asildi. Bize de onu asaletle uğurlamak yakışır.
Başımızdakiler farkında olmasa da biz Ali Sami Beylerin, Hasnun'ların, Metin'lerin ahvadıyız.

Rijkaard'ımızı uğurluyoruz. Alkışlarla..

http://www.footballove.com/2010/10/20/rijkaardimizi-ugurluyoruz/

Footballove'a tesekkurler.

I can't do well

Gercekten yapamıyorum.Olmuyor.Bir yerlerde bi hata var.İkimiz birbirimize uygun degiliz.Ben sana fazlayım bence ama sen tam tersini de dusunuyor olabilirsin.Her ne kadar gunumun buyuk bir bolumunde boyle hissetmeme neden olacak seyler olsa da bazen diyorum ki oluyor galiba, yapabiliyoruz biz ikimiz.Ama ben daha dusuncemi hazmedip yenilerine yelken acmamısken pat! oyle birsey oluyor ki daha da hızlı kacmaya calısıyorum senden.Dedim ya bir yerlerde bir hata var.Belki bilsen benim bu hislerimi birseyler yapacaksın duzeltmek icin ama malesef verdigin izlenim de tam aksi.Umrum diil sen ne hissedersen hisset etrafta senden cok var diyorsun gibi geliyor bana.Tamam belki ben kolay demoralize oluyorum, belki self-motivated olmanın hakkını veremiyorum ama sen de katlanılacak gibi degilsin bazen.En dogrusu ikimiz icin de bu isin bitmesi. En kısa zamanda ama en dogru zamanda.Dogru zaman derken seni dusunmuyorum yanlıs anlama, senin umrunda olmadıgım icin gidisim de cok bozmaz seni.Kendim icin en dogru zamanı bulmalıyım.Boylece gogsumdeki fili kaldırıp atabilirim.Boyle boyle hasta oluyor insanlar "işte".

Cok birsey istemiyorum bence.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Bugün

Bugün özel bir gün. Bugün 6 da uyandım ben. Normalde 7:30 da sürüklenerek kalkarken o yataktan, bugün zıplayıverdim. Farklı olması erken uyanmam değil elbette. Bekleyin..anlatıyorum. Giyindim, hazırlandım, fotoğraf makinemi kaptığım gibi dışarı fırladım. Hava daha aydınlanmamış, usul usul yağmur yağıyor. Gideceğim yeri biliyorum aslında ama belki de biraz da heyecan var işin içinde diye çok dolaştırdım kendimi. Halbuki tahmin ediyordum daha kısa yollar olabileceğini. Acele ettim kendimce, ama yetişemedim. Ben vardığımda hastaneye onu daha yeni içeri almışlardı. Yer 5. kat, saat 7..Bir baba adayı, bir teyze adayı, bir anane, bir babanne, 2 dede adayı, bir de ben. Gerim gerilmek bu olsa gerek. Bir ses, bir haber..Dışarı çıkan her yeşilliye meraklı gözlerle bakmak.20 dakika süren bitmeyen bir bekleyiş. Kapı açıldı. Hemşirenin kucağında minicik bir oğlan. Gözler açılmıyor, ağlasam mı ağlamasam mı bilemiyor.Babayı belki de hissediyor çünkü gözler açılınca babaya bakıyor. Camın arkasına aldılar sonra onu. Göbeğini kestiler, sardılar, sarmaladılar, paket gibi kenara koydular. Tabi biraz da aşı maşı derken ağlattılar. Dediler "alın oğlunuzu aşağıya inelim, anne daha sonra gelecek"Ne fena bir his hem bekleyenler için hem anne için. O içeride tek başına.Az önce oğlu vardı içinde, yanında ama şimdi tek başına. Aklında belki de binlerce düşünceyle ..iyi mi? herşey yolunda mı? kime benziyor? Biz, aklımız onda, aşağıda, aylardır beklenenin yanında. Çok geçmiyor, anne de geliyor. Belli yorgun ama yüzü gülüyor. İlk beni görüyor "sen de mi geldin?" diyor sedyenin üzerinde yan bakarken. Gelmeyip de ne yapacaktım ki? Laf! Sedyeyi yatağın yanına yanaştırıyorlar, hoop anne de kendi yatağında. Oğlunu görmek istiyor. Dikişlerinden kıpırdayamasa da kafa hep yana dönük, onu bekliyor. Sonunda hemşire geliyor, emzirme faslını anlatacak hem anneye, hem yardımcılarına. Ne zor işmiş bu! Annenin sütü geliyor da bebek emmiyor ki? Nasıl olucak? Benim bile içime fenalıklar gelirken annenin tek düşüncesi bebeği, ne dikişleri, ne kolundaki serumu.Onun ilk yudumları çok önemli. Bağışıklık sistemi o an gelişmeye başlıyor. Çok zor oluyor ama babayla bu iş hallediliyor. Erkekler daha teknik bakıyor sanırım soruna, formül bulunuyor, bebek susuyor, o mutlu, biz mutlu.Annenin yüzündeki huzur öyle kolay okunuyor, öyle belli ki..çok yakıştı anne olmak. Aferin Berk'e, doğru anneyi seçmiş kendine.

Bugün 20 Ekim 2010. Benim için Berk Bebeğin doğumgünü..ilk nefes alışının.Ömrü uzun, şansı bol, sevdikleriyle birlikte, uzun uzuuuun ömürler geçirsin, hep böyle masum kalsın, hiç üzmesin, üzülmesin.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Mavi


Yağmurlu bir pazartesi..Seviyorum ben yağmuru soğuk olmadıktan sonra.

Haftasonu koşuşturmalıydı yine. Cumartesi günü annemin beni delirtmesi için 42 dakika yetti de arttı bile.Neden diye sormayın.Öyle işte. Ara ara diğer anneler gibi olduğunu zannediyor, ona bozuluyorum en çok.Ya da ben de diğer anneler gibi olmalıyım, benim ne eksiğim var, onlar çemkiriyorsa ben de çemkirmeliyim, doğrusu bu heralde diyor kendi kendine.Benim annem herkesten farklı derken bana ters köşe yapıyor. Sonra ben üzülüyorum, o üzülüyor.Anlaması için birilerinin üzülmesi gerekiyor. Dedim ya..öyle işte.

Pazar akşamı benzimi yettirmek, altımı ıslatmak ve açlıktan bayılmak arası bir noktada vardım İzmir'e. Sevinemedim üçünün de olmadığına. Galatasaray'la köpürtülmüş bir sinir harbi içindeydim yine. Yine diyorum çünkü gün yüzü göremedik bir türlü. Hele bir de imparator falan dedi ya tribünler, daha da sinir oldum. O devir bitti be kardeşim, anlayın bi artık.Bir yönetim kurulu toplantısı lafıdır gidiyor dünden beri ama bence Rijkaard gitmiyor.O derece saçmalayamayız, yolu yok. Bunları yaşamamızın tek sebebi benim uğursuz kardeşimin o maçta olmasıydı, bitti gitti.Benim delirdiğim noktada sevgilim yetişti, Julie& Julia'yla tedavi etti beni. İkinci defa izledim, ikinci defa Merly Streep'in neden oscar alamamis olduguna anlam veremedim.

Sonra geldim bugün güzel haberler aldım. Duydum ki çok sevdiğim bir arkadaşım bebeğini çarşamba sabahı dünyaya getirmeye karar vermiş.Sağ, salim, mutlulukla, huzurla gelsin Berk bebek.Bence bu haftanın en güzel haberi bu.Bir süredir tatsız haberlere alışmış bünye, iyi geldi.

15 Ekim 2010 Cuma

Erman denen..

Erman Kuzu karakterini bu adamdan ilham alarak yazmıslar bence.İsim bile aynı.

Kendisinin ve posta gazetesi spor servisinin guzide elemanlarının kafalarını tespih gibi ipe dizip pilates topu niyetine sıkıstırmak istiyorum.
24 saat yorulmam.

Erman pasa, soyledigin seyi yapamıyorsun bir suredir heralde.Ondan bu kuyruk acın.
Seni de spor yorumcusu diye adamdan sayıyorlar ya bu ulkede, ben olsam sana tuvalet temizlettirmem.
Yazık..

Nefretim oyle bir asamada ki dayanamadım yazdım, ki bence hissettiklerimin yanında neredeyse hicbirsey yazmadım.

It's friday


Lavazza Calender 2011

13 Ekim 2010 Çarşamba

This I love..

1.Klasik kanepe deseninden esinlenerek yaratılmış bu "gadget case"leri

2.Çok yakın bir zamanda benim olacak dondurma makinamla yapacağım bu "sorbet"yi

3.Topuklu ahalisinin hepsini ama o koca kurdelesi ve topuğundaki iğnesiyle beni benden alan bu platformları

4.Tam da görmekten bıktım dediğim hunter çizmelerin yeni türemiş bu quilted hallerini

5.Steve Mcqueen'in-yeni versiyonu en sevdiğim film olan-Thomas Crown Affair'de taktığı bu güzelim Persol'leri

6.Aston Martin'in önümüzdeki yıl piyasaya sürülecek yeni şehirlisi Cygnet'i..en çok da kıpkırmızı iç döşemesini

12 Ekim 2010 Salı

Süt


Ara ara yazıyorum, sağlıkla ilgili her türlü hadiseye ekstra takık durumdayım artık. Eskiden de önemliydi ne yediğimiz. Hasta olmamak için, işe yararlığımızı koruyabilmek için.Ancak son zamanlarda bu mevzu artık çok farklı boyutlara ulaştı. Çünkü eğer yediğiniz domatesin %100 organik, ilaçsız, katkısız olduğundan emin değilseniz, ki belki de emin olmanın tek yolu bizzat kendiniz yetiştirmeniz, zehir yiyorsunuz demektir. Süpermarketlerde gördüğünüz ışığı yansıtacak kadar parlak, hepsi aynı boy, plastik gibi olan domatesler var ya.. hah işte onları Pamuk Prenses’teki cadı uzatıyor size.

Bir de şimdi sütümüze, tereyağımıza, yoğurtumuza ve hatta o masum çikolatamıza el uzatmaya başladılar. İneğin memesinden akan süte ne karıştırabilirler di mi aslında? Karıştırmıyorlar zaten, çakma süt olarak süt tozu kullanıyorlar bir de utanmıyorlar süt tozuna protein değerini yükseltmek için melamin karıştırıyorlar. Bu melamin denen madde her ne kadar kafiyeli olsa da size vitamin gibi gelmesin, anneannelerimizin evindeki melamin tabakların üretildiği maddenin ta kendisi. Diğer adıyla zehir. 2008 yılında Çin’de 3000 civarı çocuk bu tipte üretilmiş süt tozu nedeniyle hastanelik olmuş ve hatta 6 tanesi de ölmüş. Amerika Çin’den süt tozu ithalatını durdurdu, raflardaki ürünler toplatıldı. Hal böyleyken, her şeyi çok iyi bilen canım ülkemin canım yetkilileri 6.10.2010’da bu tip süt tozu ithalatına izin verdi. Böylece hem bizi hem de süt üreticilerini bitirmeleri farz oldu, oh ne güzel, bir taşla iki kuş.

Süt çok hassas bir konu artık. Çikolata yiyemeyecek boyuta getirmiş durumda bizi. Fikir sahibi damaklar çok iyi anlatmış durumu. Size ve çocuklarınıza zehir verilmesine izin vermeyin. İçeriğinden emin olmadığınız hiçbir ürünü satın almayın. Madem bizim devletimiz sağlığımızı emanet edebileceğimiz bilinçte değil, ipleri elinize alın. Her zaman aldığınız tereyağının, yoğurdun etiketini okuyun. Satışlarını eskisi gibi yüksek tutabilmeleri icin, sizi ikna etmek için, uğraşmaları gereksin. Kolay olmayın, taviz vermeyin. Aldığınız yoğurdun üzerinde “çiğ sütten yapılmıştır.süt tozu kullanılmamıştır” yazmadığı sürece o yoğurdu almayın. O yoğurdu yemenin bedelini siz ödemeseniz de çocuğunuz kesin ödeyecek, bundan emin olun.

8 Ekim 2010 Cuma

It's friday

Photo by BB.

EDIT: Asıl yerini buldu. Sarı-kırmızı şeyler.

7 Ekim 2010 Perşembe

Benden Madam olur, ama Adam olmaz

Pek bi melisalıyım bu ara. Hayır, Melisa diye bir arkadaşım yok, hiç olmadı. I-Ih, VW Melissa'lar da değil bahsettiğim. Onlar benim olacak bir gün, aradığım rengi bulduğumda. Haplıyım bu ara, melisa haplı. Prozac'ın 7-8 aşama öncesi. Level-1 Melisa hapı; sakinleştirir, yaşanılan ortama uyum sağlanmasını sağlar, susturur, oturtturur. Başka türlü bu ömür geçmezki buralarda. Benim söylediğime önce hayır diyip sonra sanki kendi söylemiş gibi söyleyenle geçmez ki! Saygı problemim var benim. Mesela erkek adamın futboldan anlamayanına, takım tutmayanına, alkol almayanına, ben birşey anlatırken ürkek ürkek gözlerini kaçıranına sonra olmayan otoritesiyle birşeyler isteyenine saygım yok benim. Hayat bilgisi olmayan, kültürü olmayan, loser adama daygı duyarmıyım? Duymam.Saygı duymadığım adamın lafını dinlermiyim? Hayatta dinlemem. E nooluyor? Bu inatçılığım, dik kafalılığım başağrısı, derin derin nefes alma olarak bana geri dönüyor. Melisa hapımı içmişmiydim diye düşünülüyor. O an içildiyse de placebo etkisi yaratıyor.

Bi de midem bulanıyor bu aralar. Padişahın kızıyım mübarek. Totomun yedi kat altına bezelye koysalar hissedicem. Pazar akşamı yediklerim hala gece gündüz benle beraber. İştahım da kalmadı. Gastrit bence. Stres tetikliyor. Bu kafayla daha da beterini olurmuyum? Olmam diyemiyorum.

Ah keşke ben de ayıya dayı diyebilen ahaliden olsam. Bak o zaman nerelerdeydim, neler yapıyordum. Ama yok mu şu hakkaniyet duygum, yok mu şu politik davranamayışım. Ah , aaah.. olucak gibi değil. Ben daha çok melisalara boğulurum. Çayını da içerim, çiçeğini de koklarım, hapını da yutarım.

Fotonun konuyla alakası yok. Kendileri Nars Bento Box Set oluyor.Geleneksel Japon tiyatrosundan esinlenerek yaratılmış, çok yoğun ve özel yapım fırçasıyla gelen ruj setleri. Kabuki gibi. Hem kendileri hem de fotoğrafı çok hoşuma gitti, melisaya sos olsun diye koydum.

6 Ekim 2010 Çarşamba

20 ay, 1 gun

20. ay kutlamaları pek de guzel oluyormus. Hem dunyanın en güzel çiçeklerinin kokusu oluyormus hem de rakı-balık oluyormus bi de yanında dondurma. Dedim ama, bu performansı 21de 22de 23de 24de de bekliyorum dedim. O da dedi ki ama kara kışta dondurma yiyemeyiz ki? Ben de dedim ki olsun, ben yerim, sen yeter ki kutlamalarımızı sahipsiz bırakma.

5 Ekim 2010 Salı

20


20 de 1 yapabilmişim ancak.
Söz, 21 de ilk ben hatırlıycam.
Ne de olsa uğurlu sayım.

Nice mutlu aylara...

Fermuar sıkıştı

Hani diyorum ya zaman zaman, insanların okullardan aldıkları eğitim bir noktaya kadar değerlidir. Asıl eğitim ailenin verdiği bilgi, görgü, terbiyedir ki bence benim milletimin en büyük eksiği bu noktadadır. İşte bu yüzden babası profesör olan ODTÜ mezunu arkadaşım hala kaşıkla pilav salata takılıp benim peçeteme ağzını silebilmektedir. Telefonla konuşmak da bir nev'i görgüdür bence. Sonuçta telefon denilen aletin icadı 1876 da yapılmış. Babam çocukluğunda bile evde telefon olduğunu hatırlıyorsa eğer, şu an etrafınızda gördüğünüz aklı selim tüm ahalinin telefonla görüşme adabından nasibini almış olması gerekmekte. Tabi bu teoride..Hala telefon açıldığında "ben fiyat alcaaadım" diye konuşmaya giren süzükler bol miktarda mevcut. Bi dur kardeşim Günaydın de, adını söyle, gerekiyorsa şirketini söyle. Kazara böyle bir terbiye canavarı beni arayıp "sizde mızır varmıydı?" diye konuşmaya girerse hiç utanmadan sıkılmadan"size de iyi günler. hayır biz de mızır yok" diyorum. O utanmıyorsa ben hiç utanmam. Bu adamlar çoluk çocuk büyütüyor bir de. 50 sene sonra da görgü yoksunu bir millet olacağımızdan hiç şüphem yok.

Sabah işe gelirken Power FM'de Med Line'dan birileri konuktu. Ambulanslar için fermuar yöntemi dedikleri yeni bir geçiş yolu denediklerinden bahsetti. Neymiş fermuar? Ambulans orta şeritten ilerler. Bu esnada ortadaki arabalar sağ ve sol şeritlere girmek suretiyle yolu bir fermuar gibi açar. Bakalım ne kadar başarılı olacak ben de çok merak ediyorum. Sonuçta trafikte yol vermek ve yol almak gibi kavramlar bizim için zurnanın son deliği. Bütün yolları babamız yaptırmıştır, bütün yollar bizimdir. Dolayısıyla sinyal vermek, dönerken şerit korumak gibi kavramlar son derece gereksizdir. Ambulanslar da bizim gibiler için yol verdiğimiz değil, bize yol açan araçlardır. Arkasına takılmak suretiyle gideceğimiz yere en hızlı varmak esastır. Bu nedenle fermuar falan bize vız gelir. Biz yerimizi kimselere vermeyiz.

Halihazırda 4 yaşında olan ve çook sevdiğim arabamla yapabildiklerim çok kısıtlı. Ancak frene bastıktan sonra üstüme çıkmak üzere olan hayvana selektör yapabiliyorum. Ancak çok yakında bir gün, külüstür bir şahin aldığımda o frene asla basılmayacak. O zaman görürüz bakalım el mi yaman bey mi yaman. Ahanda buraya yazıyorum.

1 Ekim 2010 Cuma

Yetenek Sizsiniz Türkiye Vol.4


Motor reklamı mı yoksa gelinlik reklamı mı diye sormayın.
Benim de kafam cok karısık.

It's friday

Keyfimiz yerinde bu ara.
Hem keyfimin , hem benim..