29 Kasım 2010 Pazartesi

Bilmiyor değilim aslında da

Biliyorum. Etrafımdaki beş para etmeyen insanları küçümseyerek bakmadan politikçe gülümsemenin bana daha çok fayda sağlayacağını. Ama huyum kurusun içimdeki dışımda benim. Sevmiyorsam sevmiyorum işte zorla mı? Yüzüme baktığınız an anlarsınız benim o insanı sevme derecemi. Gözlerimin içinin gülmesi aşktan, kaşlarımı çatıp ateş çıkartmam ise nefretten olsa gerek. Her koşulda gözlerimin içi gülermiş gibi olsa ne güzel olur. Politikliğin kitabını yazarım o an. Herkes onu çok sevdiğimi sanır mesela. Ne tatlı kız der herkes arkamdan ve her istediğim olur. Sevgilimse o ayrımı bilecek kadar bilir beni. Ne zaman perde vardır gözümde ne zaman yoktur adı gibi bilir.

Ben de biliyorum pazar geceleri mutlu yatmanın da mümkün olduğunu. Mesela Galatasaray maçlarını izlemeden, televizyon açmada, Erman’ın bet suratını görmeden huzurla uyursam daha iyi uyanacağımı, haftaya daha iyi başlayacağımı. Ama olmuyor. O maç izlenecek illaki. Totem yapılacak. Mor atkı takılacak. Metin Oktay atkısı varsa mor atkı rafa kalkacak (saygılar Baba) Totemlerin bi halta yaramadığı görülünce Ay luv yu Hagi denilecek, Daddy Coool denilecek , bi de Milanbarosmilanbarosoleyoleyoleeey denilecek ama sonunda YÖNETİM İSTİFA diye haykırılacak. Güzel günler göreceğimizi bilmenin yanında ne zaman göreceğimizi bilememek kahrediyor beni. Yanar döner Servet’i, bal yapmayan arı Ali Turan’ı, sinirden başka bir şey veremeyen Barış’ı, geri pas manyağı Ayhan’ı ve daha nice sözde Galatasaraylıyı o kadroda görmek delirtiyor beni.

Tabiki biliyorum bayram hediyesi aldığım 1 kilonun korktuğum kadar tehlikeli olmadığını. Ama geçmişinde ciddi kilo almış bir insan olarak bunu kendime anlatamıyorum. Yediklerimden suçluluk duyuyorum. Psikolojik olarak sabahları tok kalkıyorum. Midemde hep bir ağırlık..Ailemizin diyetisyeni Aslıcım kokoşum, sevgilimi zayıflatma çabaları içinde bir yeşil iksir vermiş kendisine. Dedim ben de içmek istiyorum ondan. Detoks falan yapmak istiyorum mesela. Hep sebze meyve yemek. Pilatesimi asla aksatmamak.

Ben de biliyorum mutlu olmanın mutsuz olmaktan daha zor olduğunu. İbremi iyi tarafa çevirmeye çalışıyorum bu yüzden. İbremin iyi tarafları mı? Doğumgünümün çok yakın olması, annemin bana doğumgünü hediyesi Kitchenaid alacak olması (rengine hala karar veremedim), doğumgünümde sevgilimin beni bilmediğim bir yerlere kaçırıyor olması..Hele bu sonuncusu çok mutlu ediyor beni. Sevgilimin al çantanı eline, hava sıcaklığı -10 ila 0 derece arası, ctesi sabahı yola çıkıyoruz demeleri beni delirtiyor sevinçten. Hiçbirşey düşünmeden, nereye gittiğimi bilmeden biniyorum arabaya. Ne organizasyon düşünüyorum, ne otel, ne de başka bir şey..Bana bu parola verildiği an ben tatildeyim sanki. 12 aralık haftasonuna gün sayıyorum. Gülmeyin, siz olsanız saymazmıydınız sanki?

24 Kasım 2010 Çarşamba

Sinekseniz teker teker gelin


Sinek problemim almış başını gidiyor maşallah. Zannediyorum kara sineklerin çiftleşme mevsimine filan girdik ve benim masamın altında bir sinek doğum hastanesi var. Kardeşim bir insan evladı kaç tane sinek ve sinek yavrusu tarafından taciz edilebilir? Günde 4 tane leşim var. Başta öldürmüyordum. Yazık, hayvan onlar da, vıttırı vıttırı derken adamlar telefonla konuşurken kulağıma burnuma kaçmaya teşebbüs edince zurna orda zırt dedi. Yine de katil olmak istemezdim ama telefonla konuştuğum insanlar dişlerimi sıkarak konuşmam nedeniyle onlardan nefret ettiğimi sanınca (ki bazılarından cidden ediyorum) sinekliğe başvurmak şart oldu.

Buyurunuz.Soldaki aslan parçası sinekliğim. İşlevinin aksine bembeyaz. Sineklerin korkulu rüyası. Tek atışta kesin çözüm.

Benim gibi sofistike bir insana şu ucuz çin işini yakıştıramadıysanız eğer yanındaki de var.Üstelik üzerine başharflarinizi de işliyorlar. Bana alırsanız üzerine BOK işletebilirsiniz, hiç alınmam. Malum 3 harf limitimiz var. Deri sinekliğimle haşerat toplumuna salacağım korkunun yanında adımın BOK olarak bilinmesinde bir sakınca yok bence.

Post-Bayram

Bayram tatiliniz nasıldı bakalım? 9 koca gün!!! Yat yat bitmez. Herkes gibi bana da güzel geldi tabi.Ben hariç herkes yurtdışındaydı. Paris’ten Phuket’e Mısır’dan İspanya’ya kadar her noktada bir bağlantım vardı bu bayram.Ben işin merkezinde olmayı seçtim; Çeşme’de. Merkezkaç noktası benimle aynı olan ahali hiç de az değildi. Alaçatı’ya yaz gelmişti. Milletin dik dik bakmasından 2 yudum bir şey içemediğim, değil yürümenin, kıpırdamanın imkansız olduğu Alaçatı geceleri.. ah aaahh anılarım canlandı valla. Kalabalığın bastığı noktada Yıldızburnu Tius’taydık. Arkamızda oturan yaşını başını almış ancak yolda başka şeyleri bırakmış insan grubunun kah avaz avaz kah tekme tokat kavga etmediği anlar gayet keyifliydi.Bir noktadan sonra oranın da tadı kaçtı tabi.Dedik bu böyle olmaz. Bi rakı balık yapmak lazım.Zira diyete başlamaya kararlı sevgili kıtlık çıkacakmış gibi ne yiyeceğini şaşırmış durumda.Rakı yapıldı da balık yapılamadı maalesef. Ferdi Baba Port’un mezeleri balığa yer bırakmadı.Kalan 2 gıdım yere de bir sufle bir dondurmalı irmik tıkıştırıldı.

Geceler Deli Deli’de bitirildi. İçildi mi? Hem de nasıl içildi. DJ’in kafası güzel hallerinde bile eğlenebildik ya, daha ne.Tamam ben şöför olduğum için içemedim ama loooooong island larla geceyi uzatan sevgilim ve kardeşim beni de içmiş kadar yaptı. İçkinin üstüne kumru yiyelim dediysek de içimizde kaldı. Kumrucu Şevki’nin sucukları eşek eti filan olabilir benden söylemesi.Ya ben sucuk nedir bilmiyorum ya da..neyse…Yarım kumruyla bana bir şey olmadı da bazı motorlar bozuldu diyim, siz anlayın.

Ben de hala Pazartesi sendromunun kralı var.Bi de baş ağrısı üzerine.Missslllerrr gibiyim. Akşama pilatesi ekerim, temizlik yapmam lazım.Evdeki toz miktarı tiroid hormonlarımı bozacak noktadaymış, sevgilim evimi ve beni böyle aşağıladı işte. Merak edenler için not; çöp ev değilim tabiki, saçmalamayın.Ama 2 haftada bir temizlik yapmayla bu işler olmuyor sanırım. Temizlikçilerin köküne kıran girmiş durumda. Ancak bu kadar becerebiliyorum, sorry.

P.S. Size cok guzel fotolar cekmistim ama sevgilimin makinesinde kaldı.Hem blog yazıp hem foto cekemiyorum ama elbet becerecegim.Beklemede kalın.

16 Kasım 2010 Salı

Mutlu Bayramlar

Tüm bayramlarınızın çocukluğunuzdaki kırmızı bayram ayakkabılarınızın sevinciyle geçmesini dilerim.

12 Kasım 2010 Cuma

It's friday

Kesinlikle aynı fikirdeyim

...veee dogumgunume 1 ay kaldı :)

10 Kasım 2010 Çarşamba

10 Kasım

Derin bir uykudasın sadece
Rahat uyu Atam.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Haftasonundan Notlar

Bu hafta annemin too-motherly hareketlerini belki birazcık da olsa azaltırım diye dusunerek Cuma aksamı onların yanına gittim Pazar aksamı geri dondum.Yaz aylarında dahi bu derece gec donmuyordum. Annemin dizinin dibinden ayrılmadım. Saclarımı inek yalamis gibi yapan hareketlerle beni sevisine bile gıkımı cıkarmadım.Haftaya kardeşim geliyor, beni ellemez belki bir sure.

Bu gormus oldugunuz fotograflar dayımın bahcesinde cektiklerim. Dayım ara ara daraldıgı anlarda kendini bu bahceye atıyor. 15 cesit meyce agacının ve bilumum hayvan cinslerinin arasında takılıyor. Bahcede bir de dağ cileği agacı vardı. Ben kendisiyle tanısınca uzerinde meyve kalmadı. Yedim yedim bitirdim. Yuzum gozum kabarır sanmıstım ama hassas bunyem sasırttı beni.
Bu fotoyu da sarı kırmızı seylere gondersem mi acaba?


Bu da dayıma asık hindi Osman.Totomun dibinden ayrılmadı, delirtti beni resmen.Piskopat herif kocaman kabarıp tıslaya tıslaya takip etti durdu.Tehdit olarak mı algılıyor acaba beni dedim, yere coktum, bu defa da self space namına bisey bırakmadı. Gozumun icine icine baktı. Kocaman akbaslarla sarmas dolas olabiliyorum evet bu hindiden korkuyorum.Yılbasına masamda gorursem daha mutlu olabilirim.

Bu arada bu havaların durumu nedir allah askına? Kasım ayının ortasındayız ama cam acık ve gomlekle yazıyorum bu yazıyı. Hosuma gitmiyor degil tabi ama tırsıyorum bir taraftan.İlkokuldaki mevsimler panosuyla alakamız yok.

5 Kasım 2010 Cuma

It's friday


Kalem kaşlarına kurban olduğum..

Güzel şeyler yanında bir de şarkı getirsin bakalım; buyrun.

4 Kasım 2010 Perşembe

Tesadüf değil


Cocukların taktıgı bu bileklikleri benim de takıyor olmam tesadüf değil, çünkü ben de çocuk olabilirim.
Seçtiğim renklerin pembeyle kırmızı olması tesadüf değil, çünkü çok girly olabilirim.
Benim bilekliklerimin araba şeklinde olması tesadüf değil, çünkü arabaları çok sevebilirim.
Bilekliklerimin kendiliğinden kalp şeklini alması hiç tesadüf değil, çünkü çok fena aşık olabilirim.

2 Kasım 2010 Salı

Naz


Geçen hafta bugün, yani tam bir hafta önce dünyanın en kibar, en sessiz, Gül gibi annesinin, dünyalar güzeli Naz bebeği doğdu. İnsan bu kadar çok sevince birini, yazmak da kolay olmuyormuş. Vakit ayırmak istiyormuş. Elim klavyeye her gittiğinde bir şeyler dağıttı dikkatimi, hep yarıda kaldı bu yazı. Naz bebeğin teyzesi olduğumu haber vermekte bir hafta geciktim. Etrafım bebeklerle doldu, çok mutluyum :)

Gül, benim tanıdığım istisnasız en sessiz, en kibar, en minik insan. Öyle minik ki Naz’a hamile olduğu dönemde o haliye o bebeği nasıl taşıyor diye hep düşündüm durdum. Tanıdığım en güzel hamilelerden biriydi. “Kız bebek anneyi çirkinleştirir” lafının büyük bir yalan olduğunun ispatı gibiydi. Kimseyi kırmasın üzmesin diye çok dikkat eden, beraber çalıştığımız dönemde benim zıvanadan çıktığım olaylara tıkını bile çıkarmayan, bu dünyada insana huzur vermek için varolan bir anneden doğacak bebek, dünya insanlarına bir hediye olabilirdi ancak. Naz bebek aynı annesi gibi pembe yanaklı, aşı yapılırken bile ağlamayan, içindeki huzur yüzünden okunan, pamuklara sarıp saklamak isteyeceğiniz minicik bir şey. Ona aldığım pembe babetleri ayağında görmek için sabırsızlanıyorum :)

Şansı bol olsun, ömrü uzun olsun Nazımızın.
Annesi gibi güzel, iyi kalpli, babası gibi huzurlu, şefkatli olsun.
İyiki gelmiş Naz bebek. İyiki teyzesi olmuşum ben onun.

Picture via http://kailiart.blogspot.com/
I wasn't able to get the artist's permission to use her work on my blog. I hope she will not get mad at me :S By the way, please do visit her blog, she is so inspiring.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Hell-101

Biliyorum.Şimdi siz benden Autoshow u anlatmamı, kızlarla ilgili top 10 yapmamı, fotograflar yayınlamamı falan bekliyorsunuz. Ben de o niyetteydim, taa ki gectigimiz persembeye kadar.

Anlatayım; persembe 10:00 ucagiyla İzmir-İstanbul ucmam gerekiyor. Cunku oyle ayarlanmıs, grup halinde gidiyoruz vs vs. Izmir’de o gun yagmuru bırak, tufan var. 8:45 te evden cıkıyorum.Otobandan Gaziemir’e girme hayalleri icindeyim. Ancak unuttugum bir sey var; burası Türkiye. Burada altyapı yok.Burada insanca yasamak yok.Burada saygı yok.Gaziemir altgecitleri havuzdan beter.Arabaların kimisi kalmıs, kimisi minimum hızda geçiyor. Altgecite girmisseniz ve bu manzarayı gormusseniz artık sizin icin cok gec. O altgecitten cıkma ihtimaliniz yok, tek yolu arabanızla yüzmek. Bu kadar aksiliğin doğal sonucu; uçağım kaçıyor. Gaziemir belediyesine saygıların en derinini sunarken bi taraftan da sinir krizi geçiriyorum. Size göre ucak kacirmak dunyanın en basit seyi olsa da 1.5 saat boyunca trafikte sıkısıp elinden hic bir sey gelmeyen bir control freak icin ölüm demek.Bu satırları yazarken hala sinirleniyorum, kulaklarım kızarıyor sinirden. O altgecitte gectigim suyun yarısı kadarını gordugumde saga cekip beklerim ben normalde. Ama oyle bir haldeyim ki o dakika kafama silah dayasalar tetigi ben cekecegim. O suyun icinden caaanım arabamı geciriyorum.Kosa kosa havaalanına giriyorum, yeni bilet alıyorum (254 TL!!!! Zor durumdaki insan evlatlarına elinden geleni ardına koymayan THY ye de saygılarımı iletiyorum) 11:00 ucagi yarım saat rötarlı. Bi daha ağzıma geleni sayıyorum. Sonra fark ediyorum ki fotograf makinemi unutmusum, iste artık zurnanın zırt dedigi nokta o oluyor. Su dakikadan itibaren ucak dusse umrum degil. Bir sekilde ucaga biniyorum. Ucak daha yeni havalanmıs , pilotun anonsu beni aptal ediyor; “Saygıdeğer hanımefendiler, beyfendiler.Ucusumuz esnasında olusacak türbülans nedeniyle size servis yapamayacağız.Lütfen yerlerinizden kalmayınız, kemerlerinizi bağlı tutunuz” Ahanda bi Lost olmadıgım kalmıstı. Benden Kate olurmu bilmem ama ucakta kahvaltı etmenin hayallerini kurmus, asırı derecede ac , sinirli ve fakir bir BB o ucagı yakar normalde ama demiştim ya hani; zurna zırt demiş bende bi kere. Uçak kafa üstü çakılsa umrum değil. Türbülanstan kafam zıplaya zıplaya dergi okuyorum. Ölümüm Vogue okurken olsun bari, daha havalı olur.İstanbul’a varıyoruz, hayret havada patlamadık. Halbuki ben cok emindim benim ugursuzlugum sayesinde tarihe gecegimizden. Gidip valiz beklemeye baslıyorum. 10 dk, 15 dk valiz yok. E bi de valizim kaybolmussa bittigim an olur. Cidden yakarım o THY burosunu. Bi bakıyorum karsıdan benim minik yeşil valizim görünüyor ama rengi biraz nefti mi olmus ne?? Ulannnn!! Valizim sırılsıklam. Hay ben sizin gibi THY nin, sizin calistirdiginiz adamların…. Neyse. Otele gidip uzerimi degistirmem lazım. Plan once fuar sonra oteldi ama planın p sine uyabilmis degilim sabahtan beri. Otelde resepsiyonist arkadas bana sevgilimin otele giris yapacagimdan haberi olup olmadigindan tutun da neden soyadlarımızın aynı olmadıgına kadar akla gelebilecek her turlu salak sacma soruyu sıralıyor. Nedense bir noktadan sonra yuzume bakmadan konusmaya baslıyor. Sanırım gozlerimden cıkan alev ve “senin ananı…” seklinde durmadan gecen altyazılar kendisini rahatsız ediyor. Kartımı veriyor cok sukur de ben de kendisini oracikta bogazlamaktan kurtuluyorum. Odaya cıkıyorum ama bu oda bizim odamız olamaz. Sadece bir gun onceden giris yapmıs sevgili bir odayı bu kadar dagıtamaz. Giyiniyorum, cıkıyorum. Fuara girdigimde saat 14:00!!! Ben saat 8:00 den beri ac sinirli ve ıslağım. Noolur artık bana kimse adımı bile sormasın , kendimi benzin dokup yakabilirim. Sevgilimin olması muhtemel standa dogru ilerliyorum. Telefonlar cekmiyor. Turkcell seni de Allah nasıl biliyorsa oyle yapsın insallah. 8 defa denedikten sonra sevgilime ulasabiliyorum. Bir sekilde bulusuyoruz. En azından sevgilime kavustum, bu da bir basarıdır. Yine binbir zorlukla(artık yazmıyorum-yoruldum) kahvaltı ediyorum, fuarı turluyorum, sevgilimin firmasının basın lansmanını izliyorum ve gece icin hazırlanmak uzere otele gidiyorum. Bundan sonrası nasıl olduysa sorunsuz artık. Sacım yanmıyor, makyajım dagılmıyor, topugum kırılmıyor cok sukur.Sanırım uzerimdeki lanet bile bana acıyıp gidiyor. Gecenin geri kalanı gayet guzel geciyor. Egleniyorum, iciyorum, cosuyorum, cok sevdigim bir sarkiciyi izlerken iyiki gelmişim diye kendimi ikna ediyorum. Bu kadar acıya degermiydi tartısılır gerci ama en azından lanet döngüm 24 saati tamamlamıyor, en cok ona seviniyorum. 28 ekim 2010 persembe gününün yeniden yaşanmaması tek dileğim, Allah baba duy beni. Varsa böyle bir niyetin, sabahtan kafama bişey indirip uyut beni, lanet geçince ben kendim uyanırım merak etme sen.

Fuardan notlar;
• O kızlardan cacık olmaz canlarım. Salın kocalarınızı, sevgililerinizi gelsinler. Sadece Bentley ve Lamborghini standlarına çok uğramasınlar, bi oralar tehlikeli. Diğer kızların çoğu tandır kıvamında, benden en az beş kilo kadar daha şişman ve boyları benimle aynı. Topuklu ayakkabıyla yürüyemiyor olmaları da ayrı tabi, ona hiç girmiyorum. Çoğu arabalarla ilgili 2 kelimeyi bir araya getiremiyor. Ama haklarını yemiyim, bazıları master lı. Mecburen bu işi yapıyor. Kıyafetlere hiç girmiyorum. Seçenlerin gözleri neredeymiş cidden bilmiyorum. Rezalet bir elbisenin eteğini popo altında kısaltmak sadece kızlara zor anlar yaşatıyor, o kadar.
• Audi A1 i çok merak ediyordum. Malum; bendeniz Audi takıntılıyım. Hayal kırıklığına uğradım. Hem çok pahalı, hem yeni hiçbirşey vaad etmiyor, hem de konsolu bile yenilemek akıllarına gelmemiş. Olmamış. A7 vardı bir de aynı standa. Cidden güzel olmuş, bakmalara doyamadım.
• Ferrari her ne kadar seyirlik olsa da kızlar için aynı şeyi söyleyemiyorum. Şortun üstünden sarkan göbek pek seksi değil maalesef.
• Chevrolet’nin Camarro’su müthiş güzel. 2011 de satışa başlayacaklarmış. Her ne kadar Grease müzikleriyle fuarı inletmelerinin sundukları ürünlerle alakası olmasa da, kulaklarımı tıkayıp Camarro’ya bakmaya gittim, gayet de beğendim.(e yok artık bi de beğenmeseydim???)
• Fiat’ın geçmişten günümüze konsepti süperdi. Eski arabalar, yanlarında o döneme göre giydirilmiş kızlar çok akıllıcaydı.. 5 numaralı bölümün en güzel standlarındandı.Fiat 500 de hafif konserve gibi olsa da bence çok şeker bir araba, alacaklara duyurulur.
• Toyota’nın çıkarım senle her yola adı altında dağa tepeye çıkardığı jeep i güzel fikirdi, takdir ettim.
• Mini standı, sıkışık, karışık ve kalabalıktı. Countryman sanki arazi aracıymış gibi tanıtılsa da değil, alakası yok. Consept Car’ları efsane güzel, acil üretime geçmeliler. Standın ve belki de fuarın en efsanesi satış danışmanlarıydı. “Bu araba zaten satıyor, ister alın ister almayın” dedi ya… artık bizden nasıl bir aksiyon bekledi bu lafın üzerine çok merak ediyorum.
• Nissan Juke muthis guzel bir araba olmuş. Arabanın yüzü var resmen. İnanılmaz sevimli. Cidden haylaz kardeş! :)
• Opel standı hem çok büyük ve güzeldi hem de kolay ulaşılabilir bir noktadaydı. Meriva’nın “aç kollarını sar boynuma..” kapıları çok sevimli olmuş. Tam aile arabası. Yeni Astra nın özellikle ön konsolu göz alıyor. Araba almaya niyetiniz varsa kesin değerlendirin bence. Asıl güzel olan GTC’ydi. Gereksiz bir şekilde araba sürekli kilitliydi, içine oturamadım ama martı Jonathan dan esinlenerek yaratılmış kanatları cidden beğendim. Opel sevmesem de etkilenmedim diyemem.
• Alfa Romeo Giuletta’dan aradığımı bulamadım. Dışı güzel, içi ı-ıh..olmamış.Ama Alfa standındaki vintage cabrio yu utanmasam tüm malı mülkü satıp alacaktım. Tabi satarlarsa..
• Her standda birer kova olması "Türkler dünyanın en önemli fuarını da yapsalar yine bildikleri gibi yaparlar"ın ispatı gibiydi. Vileda da gayet reklamını yaptı.
• Bir de tabi fuarı gezenleri yazmam gerek. Herkesin elinde bir fotoğraf makinesi, çoğunun amacı kızları çekmek. Hatta abartıp kızlarla fotoğraf çektirmek. Bariyerleri aşıp Ferrari'nin içine oturup arkadaşına cep telefonuyla fotoğraf çektirmek çok modaydı. Çook kalabalıktı, çok gezildi ama ne kadarı amaca hizmet etti, tartışılır.

Sonuçlar;
• Yağmur yağıyorsa ve senin bir yerlere yetişmen gerekiyorsa, evden minimum 2 saat erken çık. Asla ve asla altgeçitlere girme. Unutma; Burası Türkiye.
• Bu ülkede zor durumda kaldığında diğerleri yardım edeceklerine bir tekme daha vururlar.Sakın şaşırma.
• İstanbul –kardeşin gezdirdiğinde- gayet güzel bir yere dönüşebiliyormuş. İstinye Park’ta alışveriş, Masa’da yemek, Tribeca’da bagel, GS’lılar derneğinde maç süper oluyormuş.Miss Pizza’nın pizzası süper ötesiymiş. Adama hiç içmediği kadar şarap içtiriyormuş. Turkuazoo'daki balıklar özellikle de Nemo'lar çok sevimliymiş. Foruma gidip görmeden dönülmemeliymiş.
• İstanbul-her ne kadar cehennem gibi başlasa da- dönülmek istenmeyecek bir yermiş. Bombalar patlasa da hayat devam ediyormuş. Trafiğini çıkardığımızda İstanbul’da da yaşanabilirmiş.