26 Aralık 2016 Pazartesi

Mükemmel anne olmak




Yana yakıla arayıp bulduğum "Bringing Up Bebe"yi sonunda okumaya başlayabildim. Bitmeyen işler güçler arasında popomun yer gördüğü yegane zaman olan emzirme kısmında kızıma çaktırmadan yandaki sehpaya açıp okumaya çalışıyorum. "Neden çaktırmadan?" derseniz bizim sıpa benim sayfa çevirdiğimi görürse memeyi bırakıp tıslayarak kitabı kapmaya çalışıyor. Orada da rahat yok, evet. Kitabı sehpaya açıp 3.5 numara gözlerimi belerte belerte okumaya çalışıyorum işte.

Kitabı bilmiyor olabilirsiniz, azıcık anlatayım. Fransız kocasıyla Paris'te yaşayan Amerikalı bir annenin, Fransa'da annelikle Amerika'da annelik karşılaştırmaları diyebiliriz kısaca. Daha doğrusu Amerikalılar neleri yanlış yapıyor, Fransızlar neleri iyi yapıyor filan. İlk bölüm uyku eğitimi ile ilgiliydi. Bebek ağladığında biraz beklemenin iyi olduğunu anlatmış kitap ki Fransız anneler için 4. ayda hala tüm gece uyumayan bir bebek ancak annenin başarısızlığı. Aynen 3. ayda eski kilosuna dönememiş anne gibi. Kızım doğduktan sonra 1. ayda eski pantolonlarımın düğmeleri çok rahat kapanıyordu, evet ama gecede 35000 kere kalkan bir kızım var. Sanırım tam bir Fransız anası olamamışım henüz.

Kitaptaki bölümlerden biri mükemmel annelik üzerine. Amerikalı anneler çocuklarını büyütebilmek uğruna işini gücünü bırakıp evde oturmayı zul görmez, Fransız anneler evde oturmayı aklına bile getirmez. Çocuğunu 5. ayda kreşe rahatlıkla bırakır ve yoluna devam eder. Amerikalı anneler büyük çocuğun tenis dersi esnasında küçüğü piyanoya yetiştirir, sonra ortancayı arkadaşının doğumgünü partisine bırakır, büyüğü alıp baleye götürür filan ki kitapta buna taxi-maman demiş. Ayrıca çocuklara 1 yaşından itibaren Çince, Rusça ve İspanyolca dersi aldırıp, her tür köklü okulun bekleme listesine girer. Fransız anne tüm bu aktivitenin gereksiz olduğuna inanır. Oldu da yanılıp çocuğu yüzme kursuna filan götürse de en son beklediği şey çocuğun yüzme öğrenmesidir. Amaç çocuğun suyla "tanışmasıdır". Amerikalı anne çocuğuyla parka gittiğinde sürekli "Dikkat et" "Basma" "Koşma" diye bağırıp onunla birlikte kaydıraktan kayar. Fransız anne ise çocuk kendi kendine yürüyebildiği ilk andan itibaren onu parkta özgür bırakıp diğer Fransız annelerle-asla başka milletten olamaz-sohbet eder. Amerikalı anne, anne olduğu andan itibaren kirli sweatshirt ve eşofmandan oluşan anne üniforması ile gezerken, Fransız anne yukarıda da bahsettiğim üzere eeeen geç 3. ayda skinny jean lerine geri dönmüştür bile. Amerikalı anne mükemmel anne olamadığı için her gece kabus görür, Fransız anne kendisinin en mükemmel anne olduğuna inanır.

Allah herkese Fransız anne özgüvenini versin tabi. Bana sorarsanız Amerikalı annelerin yaşayış biçimine "sadece anne olmak" denilebilir ki bence Türk analığı da çok farklı değil. Anne olduğun günden itibaren sadece minik yavrun için yaşa, onun yemesi, içmesi, uyuması için Starbucks'ta içeceğin bir adet Gingerbread Latte'ni bile yarım bırakıp koşa koşa eve gel, arkadaşlarını unut, kız arkadaşlarınla çıkıp bir kadeh birşey içmeyi aklına bile getirme, sonra o çocuk büyüdükten sonra da otur evde bekle ki minik yavrun haftada bir yarım saat uğrayıp seni görsün. O hafta gelmezse aç telefonu, çocuğuna onun için saçını nasıl süpürge ettiğini, hayatın o olduğunu çemkir dur. Tanıdık geldi mi? Etrafınızdaki annelerin çoğu böyle yaşamış ya da halihazırda yaşıyor işte. Çocuklarının parka salıncağa tek başına binmesini istemeyen anneler çocuklarının sırtından ellerini çekemiyor bir türlü. O çocuk kendi hayatını kursa bile hep annesinin evde onu beklediğini düşünüp vicdan azabı çekiyor. Fransız anneliği ise anne olduktan sonra kadın olduğunu unutmuyor. Öyle ya, emziriyor olması o göğüslerin hala seksi olabileceği gerçeğini değiştirmiyor. Tamam emzirme konusunda çok istekli değil ama yine anne olması kadın olmasına engel değil işte. Kendi hayatını unutmuyor çocuğu yaptı diye. Hatta üzerine tatlı bir rahatlık geliyor anne olduktan sonra. Amerikalı anne gibi yanlış çocuk kitabını aldı diye o çocuk büyüdüğünde seri katil olmayacak ona göre. Çok da büyütmenin gereği yok öyleyse.

Benim nazarımda kantarın topuzu Fransız anneliğine daha yakın. Tam olarak orada değilim gerçi. Gitgide daha iyi oturtacağım kafamda mevzuyu çünkü ben 35 senedir bu dünyada mevcutum. Benim bir hayatım, birlikte takılmak istediğim insanlar, izlemek istediğim filmler, gitmek istediğim yeni ülkeler var ve bunların tamamı çocuğumla yapmak istediğim şeyler değil. Çocuğum güzel beslensin evet ama ben de onunla aynı masada oturup keyifle sohbet ederek yemeğimi yiyebileyim. Eskiden derdim ki hatta bas bas bağırırdım ki evli olmak benim hayattaki en önemli vasfım değil. Şimdi de aynı şeyi annelik için düşünüyorum. Bir çoklarının söylediği "ben anne olmak için yaratılmışım" kafasında asla değilim. Benimki daha çok "minik bir ruh birlikte büyümek için beni seçti ve ben onun için elimden gelenin en iyisini yaparken kendim için de aynısını yapacağım" kafası.

Demem o ki; bence mükemmel anne olmak diye bir şey yok, çocuğunla birlikte keyifle yaşamak var.

22 Aralık 2016 Perşembe

Girl Power


Bir kaç haftadır devam ettiğim bir psikodrama grubum var. Hamileliğim esnasında aldığım eğitimde bana çok iyi gelen bir psikologun düzenlediği bir buluşma. İlk toplantı öncesinde herkese mevzuyu özetler bir email göndermişti psikolog ve ben orada "5 kadın bir erkek" olarak gördüğüm ekibe yaptığım ilk yorum "keşke erkek olmasa" olmuştu. Erkeklere karşı değilim tabiki ama inceden feminist bir tarafım da yok değil. Kadınların birbirine daha iyi geldiğine inandım hep.

Bunu düşündüğümde çocukluğum geldi aklıma. Mesela ben hep biraz erkek fatmaydım. Sokakta futbol oynayan, eteklerle tokalarla arası iyi olmayan. Neden böyle olduğumu düşündüğümde hep kendime güvensizliklerim geliyor aklıma. Bunu yazarken anneme haksızlık etmek istemiyorum ama aşırı kilolu çocuğuna "tombul teyze" diyen bir annenin daha ağır sonuçlara yol açmamış olması bir mucize aslında. Anoreksik filan da olabilirdim, bak iyi yırtmışım. Bukle bukle saçlarımı sürekli sıkı sıkı tarayıp düzeltmeye de çalışırdı mesela. Saçlarımla çook uzun yıllar barışamamış olmam, defrize filan yaptırmalara kalkışmamın sebebi de belki bu bilmeden yapılan yanlışlar işte. Açıklayamadığım şeyler de yok değil. Mesela ilkokulda folklor ekibindeydim. Her nedense yedekten yukarı çıkamasam da ekipteydim işte. Halen daha da dansa kabiliyetim pek yoktur. Hayatımın dansını düğünümde yapmıştım, çıta o kadar. Bir bayram günü erkeklerden biri gelmeyince öğretmen bana erkek kıyafeti giydirip onun yerine geçirmeye çalışmıştı mesela. Sonra nooldu? Ben kızdım okuldan kaçtım. O gösteriyi de seyircilerin arasından izleyip boş kalan o yerden büyük keyif aldım. Bir başka anı; Hazırlıktayım, sınıfta çok ama çok çıtkırıldım bir kız var. Tipi de öyle, hali tavırları da öyle. Gık desen ağlar. Neden olduğunu bilmediğim bir kavga esnasında iyice efelenerek kıza bağırdığımı bilirim. Maganda gibi hönküren 12 yaşında bir kız çocuğu hayal edin. Öğretmen olsam akşamına okula isterdim o kızın velisini. Bağırmaktan öte aşırı bir sinir hali. Neden ki? Minik ergendim,ondan belki de. Birlikte büyüdüğüm en yakın arkadaşımın aşırı güzel, aşırı süslü, aşırı kadınsı olmasından da olabilir. Annesinin saçlarını zorla kısacık kestirdiği, kızıl kıvırcık bir dombilinin yanında, beline kadar kumral saçları olan, incecik, hep etekle gezen bir kız düşünün. Kompleksin kralını yaşamışım haberim yok. O kızcağız hep çok güzeldi, çok süslüydü. Ben şeffaf rimel diye birşeyin varlığını bilmezken o siyah ojelerle gezer, çeşit çeşit topuklular giyerdi. Yine anne figürüne dönmem lazım; o kız annesi tarafından "kafanı kullan" denilerek yetiştirildi. Kafanı kullan, zengin koca bul şeklinde tamamlayabilirsiniz o cümleyi. O kızcağız ne doğru düzgün üniversite okuyabildi ne iyi bir işte çalıştı. Hep sefil oldu. Maddi, manevi hep zorlandı. 9'da gideceği işe hazırlanabilmek için 5'te kalktı, ne olursa olsun hep çok bakımlıydı ama sefalet içinde günler geçirdi. Eski nişanlısından dayak bile yedi. Sonunda orta halli lise aşkıyla evlendi. Şanslıydı ki onu çok seven birine denk geldi.

Hadi geçtim, çocukluk günlerini. Üniversiteyi bitirip işe girdiğim dönemler en sevdiğim arkadaşım ve erkek arkadaşlarımızla yemekteyiz. Bu noktada yine azıcık açayım, tamam artık güzelim, bakımlıyım falan ama kankitom benden minimum 5 kilo daha zayıf. Ben saçlarımla hala dertliyim, o her gün fönde boyada. Çok da güzel bir kız, bunların altında çok da güçlü. Zaten o yüzden benim arkadaşım ya..Ama erkek arkadaş denkleme girince işler sapıtmış. Adamın hayalinde zayıf, incecik, çekingen, hiç birşeyi erkeğinin yardımı olmadan başaramayan bir kız var. Bu kızı da o hale dönüştürmeye çalışıyor. Bizimki de girmiş yörüngesine gıkını çıkarmıyor. Yemek sahnesine geri döneyim anlayın durumu. Döner yiyoruz. Herkes normal normal yemek yerken bizimkinden incecik bebek sesiyle bir "bittiii" geldi. Sevgilisi olacak salak ne dese beğenirsin "aman da benim aşkım sadece dönerlerini mi yemiş, dokunmamış mı pidelerine? Oyyyy" Şimdi normal bir insan evladı güler geçer bu olana ama dün gibi hatırladığıma göre çok kızmışım. Benim salak arkadaşımın kendini güçsüz göstermeye çalışmasına çok bozulduğumu hatırlıyorum. Kim ki o götü boklu adam bi anlatsana bana yani? Sonra o salak herif bu kızcağız bir hastalık nedeniyle kortizon kullanmaya başlayınca bıraktı kaçtı kızı. Hala adamı sokakta görsem dalabilirim, o kadar kılım kendisine. Bu bahsettiğim mevzu olalı en az 12 sene olmuş bu arada, düşünün sinirimi.

Girl power a geri dönersek; Ben çok inanırım kızların birbirini desteklemesine. Son zamanlarda ise bunu abarttığımı düşünür oldum. Yaptığım doğumu sen de yapabilirsin diye anlattım durdum. Çünkü bence ben onlara iyilik yapıyordum. Doktorlar söylemiyorlardı doğumdan sonra hemen ayağa kalkabileceğini, normal doğumdan daha kolay bir şey olmadığını. Dün psikodrama esnasında 4 annenin çocuğundan yakınmasından sonra sırası gelen bebek sahibi olmaya çalışan bir kızcağız gülerek "ne yapsam bebek yapmasam mı" diyince de yine savunmaya geçtim. Başladım herşey çok güzel aslında konuşması yapmaya. Psikodramanın ana maddesi asla ve asla bir başkasının söylediğine yorum yapmayacaksın, cevap vermeyeceksin. Psikolog uyarana kadar da bir paragraf konuştum kıza. Sonra farkettim ki bunları ben kendime söylüyorum. Bebekten sonra hayatın çok güzel bir şey olduğunu başkalarına söylerken aslında kendime tekrar ediyorum. Zorlukların üstünü örtmeye çalışıyorum belki de. Şimdi düşünüyorum da acaba insanlara yardım etmeye çalışırken çok da zarar mı veriyorum? Kantarın topuzunu kaçırıyor muyum bazen? Bence evet. Son 2 seanstan kendi payıma bunu aldım. Kendime söylemeye çalıştıklarımı başkasına söyler haldeyim. Bundan sonra daha az konuşmak daha doğru diye düşünüyorum. Daha az yazmam bence. O ayrı :)

Özlü söz; kızlarınızın fiziksel özellikleriyle alay etmeyin, deli bir blogger olabiliyorlar. Bir de girl power a inanın ama insanları boğmayın. Erkek denilen yaratık ta insan, yazık günah.

11 Aralık 2016 Pazar

Çok Yorgunum Be Atam


Komser Şekspir'de Kadir İnanır "çok yanlızım be Atam" diye ağlıyordu ya..hah işte öyle okuyun bunu.

Miniminnacık yavrum 11 aylık olmak üzere ama gücü11 kaplan düzeyinde. Tüm gün afedersiniz ağzıma ediyor. Ne yemek yiyecek derdi baş mesele. Aşçılığın annelikle kombin geldiğini biliyordum da bu kadarını tahmin etmiyordum. Yiyeceği yemek yağsız olarak pişecek, yağı piştikten sonra eklenecek. Tuz yok. Köfte filan varsa önce suda pişse süper olur. Yemekler sebzeli olacak, çorba olmayacak, BLW sağolsun eliyle tutabileceği şekilde olacak. Bütün bu kriterlere uygun bir yemeği aradın taradın yarattın, hanımefendinin ilk yaptığı şey mama sandalyesinden alıp eliyle sallayıp yere atmak. Laaaan!? Emeklerim, vaktim, boşa giden yemek, bi de üstüne aç kalması. Neresinden tutayım bilmiyorum. Kilo almadığını söylemiştim di mi? Doktor diyor ki yemezse aç kalsın. Ok anlaştık aç kalsın. Kaldır masadan. Al götür ellerini temizle, yüzünü yıka, saçlarda yoğurt falan varsa ise banyo şart, banyosunu yaptır. 3983 kere kaçmaya çalışsın, tut geri çek bezini bağla, giydir.  Geri gel, mutfağı, yere düşenleri, mama sandalyesini temizle. Bu arada uyku vakti gelmiş de geçiyor, yırtıyor kendini mızmızlıktan. Al götür emzir, emzir, emzir, yarım saat sonra filan uyuduğuna kanaat getirdiğinde memeden ayırmayı dene, ayrılmaz, bi daha dene, yine olmaz, sonunda ayrılınca parmak uçlarına kalkıp belini koparırcasına eğilerek koy yatağına ki uyanmasın. Müthiş bir heyecanla parmak uçlarında içeri kaçtıktan en fazla 10 dakika sonra uyansın.Neden? Çünkü çocuğun toplam uyku süresi 40 dakika. Bunun yarım saatini memeden ayrılmadan uyuyor zaten. Ben de emzik olduğumla kalıyorum. Bunun ara öğünü var, akşam yemeği var, ara uykuları uyanmaları var. Ne oluyor? Ben ne ara sabah oluyor ne ara akşam oluyor bilmiyorum. Pardon, akşamları anlıyorum çünkü sadece akşamlar için yaşıyorum. Çok alemlere akıyormuşum gibi bir cümle oldu ama tek yaptığım bizim hacıyatmaz uyuduktan sonra pijamalarımı giyip, bir bitki çayı eşliğinde internette takılmak, instagramda bakınmak, bir Narcos falan izlemek, kaçırmışsam Cesur ve Güzel izlemek filan ki hepsini bir gecede yaptığım çok nadirdir. Resmen 11 aydır akşam 21:00 ila 24:00 arası yaşadığımı anlıyorum. Nasıl anlıyorum? Dünyanın en mal aktiviteleriyle. 24:00 sonrası ne oluyor derseniz sevgili kuzucuğum gece 1 ila 2 arası bir saatte uyanmaya başlayıp genelde sabaha kadar saat başı uyanıyor. Meme emmeden asla uykuya dalmadığından beni bir zombi yapıyor. Mesela dün gece odasındaki sandalyede uyumuşum. Ne kadar uyumuş olduğumu ise anlayamamış olmam bende paralel evren etkisi yaratıyor. Neredeyim? Kimleyim? Nooluyor? Sabah 7:30 ila 8 arası güne başlayan minik çiçeğimle, anası olacak bendeniz de güne başlıyorum ve bu loop baştan başlıyor. Yemiyor, uyuyor, ağlıyor..öyle yani. Arkadaşlarımız oğullarını 18 aylıkken kreşe vermişler. Gün değil saat sayıyorum o derece.

Bu arada yazmazsam çatlarım; sevgili kocam bütün bu gece partilemeleri esnasında fosur fosur uyuyor. Blok bir 8 saat uykudan bahsediyorum ki ben kedimi keserim şu an o uyku için. Az once kendisi koltukta horul horul uyurken bana zorla 2 bölüm Narcos izletti. Hayır dicem "aşkım çok mu yoruldun? çok mu uykusuzsun?" bi gülme geliyor, diyemiyorum. Caaanım erkek milleti, caaaaanım.

7 Aralık 2016 Çarşamba

Yemiyor


Yemiyor anacım yemiyor. Benim kabakları burnundan sokan, kefir içerken kaşığı boynundan yakalayıp hüpleten, her verdiğimi tabağı dahil yemeye çalışan minik eşşek sıpam artık yemek yemiyor. Beynim kurudu ne yemek yapacağımı düşünmekten. Malum, benimki artık kaşık almıyor. Öyle sevmiyor ki kaşığı tavuk suyuna çorbanın, suyunu suluktan içiyor, tavuklarını eliyle yiyor. Her öğün ayrı bir macera. Alın size sabah keyfi;

Gece 8543 kere kalkıp emdikten sonra sabah 8 civarı tıslayarak uyanıyor minik yavrum. Tıslama kısmını abartmıyorum. Gülmekle tıslamak arası bir hareketi var. Zannediyorum mutlu olduğunda yılan gibi tıss tıss takılıyor. Minik havucum ilk kahvaltısını kafamı ısırıp saçlarımı kopararak yapıyor. Arada bir minik emiyor filan. Sonra altını değiştirip mama sandalyesine atıyoruz kendisini. Kahvaltı; ev yapımı ekmek ya da kek, yumurta, peynir ya da ev yapımı labne ya da ev yapımı lor, olmadı pancake, sebzeli omlet falan.. siz söyleyin ben yapayım çünkü bunların hiç birini yemiyor. Ev mandıraya döndü. Sütten kefir, kefirden yoğurt, yoğurttan peynir yapıyorum ama hiç birini yediremiyorum. Hayır, bize tarhanaya beyin filan rendelerlermiş, biz zavallı bir nesiliz de bunlar da öyle şeyler de yok. Yemek kitaplarından araştırıyorum neyi nasıl yapsam diye ve yemin ediyorum her birşeyin tadı çok güzel. Muzlu pancake ne kadar kötü olabilir? Elmalı kekin sadece kokusu doyurur adamı o derece. Ama gel gör ki benim canımıniçi, kuzuların kuzusu, minik Charlotte'um sadece avaz avaz bağırıyor. Sonra nooluyor? İçimden bir canavar çıkıyor. Ben en istemediğim tipteki anne haline geliyorum. O yumurtaları zorla ağzına tıkıyorum. Komik olan bundan sonrası. Zorla ağzına tıktığım her birşeyi yiyor. Çıkarmaya falan yeltenmiyor. Acaba diyorum zor mu geliyor alıp ağzına götürmek, çiğnemek filan? Ya da tam bir royal gelini doğurdum, kendine yediremiyor kusmayı. Zaten süre çok kısa, hemen uykusu geliyor. Ağzına üç beş birşey tıkmışsam ne ala. Bazen kendi kahvaltımı bile bitiremeden güzellik uykusuna geçmek üzere memeye dayıyorum kendisini. O uyurken temizlik yapıp, uyandığında bu defa ara öğün savaşını başlatıyorum.Neden bu kadar takıyorum yemek işine? Eskiden umrum değildi çünkü sadece emiyordu, kilosu öndeydi, yemezse de sorun olmuyordu. Ancak kilo artık geride, boy eskisi gibi uzamıyor. Misal normalde 3 cm filan uzayan boy geçen ay yarım cm uzamış. Kiloyu hiç söylemeyeyim, 2 aydır birebir aynı 7.690 gr. Kaka yapmasan 10 gr artar o kilo. Bizimki çatlayacak istikrardan.

Bir de ilginç bir bilgi, babası benden daha güzel yediriyor. Babası lafına bir gıcığım da bulamadım buraya koyacak bir kelime. Benden yüz mü buluyor yoksa benim ona dayanamayacağımı mı biliyor bilmiyorum ama ben pes edip "bok ye çocuum" diye kalkıp ellerimi yıkamaya gittikten sonra içerden eşimin "affferin kızıma" tezahüratlarını duyduğum çok oluyor.

Şimdi yeni yeni çatal denemeleri başladı. Gözünü çıkarmazsa becerecek zannediyorum. Onu da yazarım bir ara. Fotodaki surat ifadesi net olarak bizim huysuz.