29 Şubat 2012 Çarşamba

Sizin de işiniz zor

Ben çok merak ediyorum insanlar nasıl cesaret ediyor da kendi işini kuruyor. Yani işin maddi tarafı bir tarafa, ki o tarafın batması demek aç kalman demek, işin bir de manevi boyutu var. Varolan işinden istifa ettin, 3 kuruş tazminatını da bir şekilde aldın diyelim, o para kuracağın iş için bir dükkan/butik kiralarsan onun maksimum 6 aylık kirasını öder. Benim gibi çalıştığın yerde 3. seneni bile doldurmamışsan 2 ay falan anca öder. Hadi diyelim hem tazminatını hem birikmiş 3 kuruşunu gömdün oraya, belli bir emek harcadın, geceler gündüzler bir fikir geliştirdin, onu satılabilir/ulaşılabilir kıvama getirdin, illaki bir web sitesi kurdun, belki online alışveriş ile ilgili düzenlemeler yaptın, dükkanı açtın, açılışı yaptın, sabah açıp bismillah beklemeye başladın, akşam kapatıp evine gittin, belki siftahsız gün kapattın, belki üç beş kuruş kazandın.. Bunlar hep daha kolay. İşin artık uygulama aşaması.Batmak da çıkmak da işin kolay kısmı.Ben o hadi bakalım bana eyvallah dedikten sonraki kısmındayım. O cesaret zamanla kayboluyor mu yoksa bir çok kişide var da biraz gaz mı bekliyor onu merak ediyorum.Mesela babamı düşünüyorum. Kendi işini kurup üç kuruş kazanmaya başladığında 38 yaşında filanmış. Tamamen minicik bir fikrin üstüne gidip zamanla başka kapılar açmış. O zaman kardeşim de ben de ilkokuldaydık. Kendimi düşünüyorum yeni evliyken cesaret edemediğime çocuğum varken nasıl cesaret ederim hiç bilmiyorum.Şans cesur olanın yanındadır, potansiyel dövmem de budur ama ben bir türlü kendimi atamıyorum ortalığa. Bir yandan da düşünüyorum kariyer evliliğim için ruh eşimi hala bulabilmiş değilim. Arıyorum tarıyorum benim aşık olduklarım beni istemiyor, tenezzül etmediklerime bir göz kırpsam koşa koşa gelecekler yanıma.Varolan ilişkim pis, bencil, egoist, cahil, küstah, gelecekte bir bok olmayacağı muhtemel bir pezevenk ile ama ben yine de bir düzen uğruna bu hayvanoğlu hayvandan ayrılamıyorum. Haftaiçi günlerdeki buluşmalarımıza varolan makyaj malzemelerimin sadece 3 adedini kullanrak, haftasonu giymeyeceğim en paspal kıyafetlerimi giyerek gidiyorum . Bakkala bile parfümsüz gitmezken burayı parfüm sürmeye bile değer bulmuyorum.Kariyerim bu derece leş bir durumdayken, hayatın bana bir oyunla aslında kendi işimin sahibi olmam gerektiğini anlatmaya çalıştığını düşünüyorum. Hayır yani, bu kadar salak insan, bu kadar keyifli işlerde çalışırken benim hala bu işte sürünüyor olmamı başka türlü açıklayamıyorum. Ulan çok şey mi istiyorum ulan? Tamam şükrediyorum, sağlığımız, huzurumuz, afiyetimiz her şey pek güzel de çok mu zor şu kuluna sabahları giyinip, parfüm sürüp mutlu mutlu evden çıkabileceği bir iş yaratmak? Kız kurusu oldum camlarda beyaz atlı prensimi beklemekten.

Sizin de işiniz zor.Şimdi işimiden nasıl nefret ettiğimi yazıyorum ikide bir, sonra bu istediklerim olursa işimi ne kadar çok sevdiğimi yazacağım size, hep aynı terane..

Photo Gia Coppola for Whetherly via CouldIhavethat

24 Şubat 2012 Cuma

It's friday



Ben neden alışveriş yaparken böyle şık tasarımlar göremiyorum??? Biz dondurma yemiyormuyuz?

Tasarım: Mara Rodriguez


20 Şubat 2012 Pazartesi

Milyorlaaarrr



Kim 500 milyor (milyon/milyar) ister ya da ismi her neyse, o programın dün akşam yayınlanan bölümünü izleyeniniz var mı? St.Joseph son sınıf öğrencisi bir kız yarışıyor. 125.000 aldı , bir sonraki bölümde 250.000 TL lik soruyu göreceğiz. Bildiği sorular az buz değil.Mesela kaçınız Füg isimli eserin Bach tarafından ve kör halde bestelendiğini biliyorsunuz? Carl Sagan'ın uzaya gönderdiği plakada kadın ve erkek figürleri olduğunu? Google lamadan cevaplamaya çalışın bu soruları, tahmin yürütmek bile inanılmaz zor iken, tamamen bildiklerini üstüste koyarak bu soruya geldi Ceylan İnan. Yarışmanın sonu ne olacak bilmiyorum. Belki tamamını kaybedecek, 15000 TL ile yetinecek ama düşünme tarzı, hislerine güvenmesi beni çok etkiledi Ceylan'ın. Soruya kadın-erkek cavabını verip vermemekle ilgili kararsız kaldığında, beybi de ben de tv karşısında "hadi Ceylan" diye avaz avaz tezahürat eder haldeydik.

Ben hala dün akşamın etkisinde yazıyorum bunları. Etkisindeyim çünkü geleceğe dair bir pırıltı gördüm. Bizim yapamadığımızı indigo ya da kristal çocuklar yapar belki diye. İç güdülerine bu kadar fütursuzca güvenebiliyor oluşu beni çok etkiledi. Kendimi onun yerine koydum, 30000 TL yi çoktaaan alıp gitmiştim. Hayatımda o kadar çok paradigma var ki, hepsinden arınıp pür-i pak, sadece soruya cevap verebilme özgürlüğümü yitireli çok oldu. Borçlarımız, kredilerimiz, arabamı satıp yeni bir araba alma isteğimiz, gelecek kaygımız, nefret ettiğim işimden bir gün ayrılıp kendi başıma bir yeri çekip çevirebilme ihtimalim, sevgilimin istediği o cafe'ye sahip olabilme ayrıcalığı ya da benim çiçekçim belki..Gördünüz mü ? Bu kadar çok etken varken tamamen içgüdülerinizle verin bakalım o soruların cevabını da 125000 ödüllü soruyu elinizde 60000 TL varken cevaplayın. Sonra da üzülmeyin 15000 alıp giderken.Acınası durumdayız, düzen bozmak mümkün değil demek istiyorum, ama ağır mı olur acaba? Bu kadar hür olmayalı çok oldu mu? ya da hiç olmadı mı bazılarımız için?

Neyse..bu yazının ana fikri; ben işimden ve şirketimden çok fena nefret ediyorum. Yenibiriş reklamında bir mucizeyi bekleyen saçlarına aklar düşmüş zavallı kızı oynarım, o derece. İşimi bırakıp kurtulurmuyum? Ben şimdilik yenisini beklemeyi tercih ediyorum. Eninde sonunda kendi işim olacak mı? İşte o benim büyük ödülüm. O da olacak.

Çok depresif yazdım, arada kaçıyor böyle.


10 Şubat 2012 Cuma

It's friday



14 subat bu sene salıya geldiğinden bu haftasonu Valentine's Day hadiseleri tam gaz baslıyor. Bu, cicekcilerin bayram yaptıgı, pırlantaların gozumuze gozumuze sokuldugu, kırmızı kalp klişesinden öğk geldiği günlerde, şanslıyım ki sevgilim de benimle aynı fikirde; önemli olan "aşk" iken neden bunu ispatlamak maddi olarak bu kadar değer taşısın ki?

7 Şubat 2012 Salı

Morardım


Mor gözlü canavarınız bildiriyor. Kırk yılda bir yazıyorum, onda da ne anlatacağım bakın görün.

Geçtiğimiz haftasonu sevgilimle yıldönümümüzü kutlamak üzere yanımıza çok yakın arkadaşlarımızı da alarak Kıbrıs'a gittik. Cumartesi gidiş pazartesi dönüş, program süper. Cumartesi akşamı ben duşta kayıp kafamı portakal gibi şişirene kadar herşey yolundaydı. Ben biliyorum ama, o arkamdaki makinede oynayan meymenetsiz kadının bakışları yüzünden düştüm. 2 kuruşla yapılan betle maksimumda ne kadar eğlenilebiliyorsa o kadar eğleniyorduk zira. Sevgiliyi aşağıda bıraktım, odama çıkıp bir duş alayım dedim, sonrası fena.Kafamın sol tarafı kat çıkmış, sağ gözkapağı mosmor, dirsekler daha fena ama uzun kollu giyince görünmüyor.Duştan gözlerim kararmış şekilde çıkmaya çalışırken ilk aklımdan geçen "beybi keşke şu an gelse" idi.Nasıl duymuşsa beni, 30 sn sonra kapıda dehşetle bana bakıyordu.Sevgilimi eli kafamdaki buz torbasında 20 dk başımda beklettikten sonra beynimin soğuduğuna kanaat getirip yeter dedim sonra da midem bulanmaya başladı.Sevgilimin az sonra dul kalabilecek olması karşılığında yorumu "çok güzel!!!" oldu, bunu da belirtmem gerek. Yay burcu gezsin, tozsun daha ne ister.O kafayla bile saçıma maşa yapıp, perçemlerimi önlere önlere getirerek gecenin de karanlığı sayesinde normal insan kıvamına girdim. Gecenin sonunda zenneye para takar haldeydim ama sevgilim bana birşey olursa ayık olsun korkusundan içki içemedi.

Çok romantiğe ve ulvi meselelere bağlayacağım yine, kapalı havadan herhalde; hani diyorlar ya 10 dakika sonra ne olacağımız belli değil, aynen bu olmalıdır mottomuz. 10 dakika önce makinelerle gülüp eğlenirken 10 dakika sonra kafamda kan olup olmadığını kontrol ediyordum. Diyelim bana en iyisi olmadı; kafamı musluğa vurabilirdim, bayılabilirdim, beybi gelmemiş olabilirdi, tansiyonum düşebilirdi, kaşım gözüm yarılabilirdi-zaten öyle olsaydı korkudan kesin bayılmıştım-dirseklerim yerine kolumun bacağımın üzerine düşüp bi tarafımı kırabilirdim, tatilimiz daha ilk günden zehir olabilirdi ve hatta ben şu an bir hastanede olabilirdim. Olmadı çok şükür, ama demem o ki pamuk ipliğine bağlıyız. Her an her şey olabilir. Klasik şeyler söyleyeceklerim; keyif alalım, sevelim, sevilelim, üzmeyelim, hissedelim, kalanlar bunlar oluyor sonuçta.

E hadi bi de size Kıbrıs tavsiyesi o zaman; Cratos süp-per bir otel. Biz çok mutlu oluyoruz orada. Spası harika, masaj yaptırın, yiyin için eğlenin, Serdar tarafından söylenen Cratos şarkısını duymamaya çalışın yanlız, sonra 3 gün kafanızda yankılanıyor. Cratos Port'a yeni bir yer açılmış, Golden Cage.Lübnan yemekleri ve şovlar. Herşey çok eğlenceliydi, çok özenliydi. E bi de Mey Blue, mezeler harika. Bu kadar güzel 3 günden sonra tek işkence Ercan Havaalanı. 1,5 saat pasaport kuyruğu, saygısız insanlar, organize olamayan personel, kavgalar, bağırışlar, rötar vb..5 aktarmayla eve varmış gibiydik dün akşam. Pazar ve pazartesi böyle oluyormuş havaalanı. Bunu biliyor olmalarına rağmen hala hiçbirşey yapmıyor olmaları da ayrı konu tabi.Neyse..salı ve cumartesi arası eve dönmeye çalışın, o zaman Kıbrıs daha da güzel olacaktır eminim. Bi de kumar oynayalım, para yapalım aman da aman moduna girmeyin, o para yalan.Bugun kazanır yarın kaybedersiniz. Onun yerine siz keyif almaya bakın. Dedim ya, en önemlisi o zaten.

Foto Browni'nin blogundan. Neden bilmem sevgilimle pek severiz baykuşları.