28 Aralık 2011 Çarşamba

Dün, ben, Aylin, Pan-Am


Dün akşam evde yanlız kaldığım nadir akşamlardan biriydi. Yanılmıyorsam evlendiğimden beri bir kez sevgilim İstanbul'a iş seyahatine gittiğinde yanlız kalmıştım, bir de dün akşam iş yemeği nedeniyle ayrı düştük. Yaklaşık 10 sene yanlız yaşadıktan sonra benim için akşamları evde yanlız kalabilmek bir lüks ya da zulüm değil, normal bir durum. Böyle bir akşamda yapılacak en doğru şeyi yapıp halledilmesi gereken işlerimi hallettim, ojelerimi yeniledim, kelime avında birinci olmaya çalıştım falan filan..Eee, bir süre sonra sıkıldım, salı gecelerinin en mühim dizisi öyle bir geçer zaman kiyi açma durumunda kaldım. Ben izlemeyeli 15 bölüm filan geçmiş olmalı, değişen sadece Aylin'in saçları sanırım. Ha tabi zengin oldular, Berrin evlendi, Mete meşhur oldu, çok beğendiğim Türkü Turan diziye Nihal olarak eklendi, Osmancan 3 cm büyüdü, onlarda haberim var. Dün akşamki bölümde Murat kafasına sıktığı için Aylin'le evlenemeyen bir Soner ve onu döven bir baba bozuntusu gördük. Kan, gözyaşı, dehşet, şehvet.. ne ararsan var dizide. İnsan üzülüyor tabi böyle izleyince de, ne zamanki zavallı Aylin evlenince oturacakları eve gidip kafayı yedi, işte o an gözlerim doldu. Soner'e deli deli bakıp "evimize geldim ben" dediğinde ben "zıçarım ulan" diyip kanal değiştirdim. Yeni evlendim diye heralde, bitirdi beni. Bir daha da izlemem. Yaprak dökümü gitti ÖBGZK geldi. Zaten Osman büyüyünce seri katil olacakmış, sonu da belli. Böyle bir aileden dünyayı kurtaran adam çıkmazdı zaten. Soner'le Aylin'i de cok yakında Bakırköy'de aynı koğuşta görürüz. Süleyman da ilaçlarını getirir götürür filan. Yanlız o şerefsiz Ali Kaptan nasıl oldu da hala bu kadar ailenin içinde anlayabilmiş değilim. Birini öldüresiye dövdü, öbürünü evden attı, bir başkasını ailesinden kaçırıp sakladı, eski karısına tecavüz etti, hamile bıraktı, tehdit etti, dayak attı, kadının kocasını vurdu...eee adam öldüğüyle kaldı. O yakışıklı Hikmet Karcı'nın paralarını katili olacak herif yiyor. Anlamadım ben bu işi. Sırf Hikmet Bey'e olan saygımdan izlemek istemiyorum bundan sonra olacakları.Ayıptır.

Sonra kafam dağılsın diye başka bir diziye sardım. Yayınlandığını biliyordum ama denk gelememiştim; Pan-Am. 2. bölümünü izledim, gayet de başarılı buldum. Yorumlar birinci sezonun sonuna doğru sapıttığı yönünde ama biz alışkınız sapıtmış senaryolara. Bknz ÖBGZK. O bitti, yeni takıntım Necessary Roughness'a takıldım. Bütün bölümlerini kaydeder haldeyim. Çok birşey beklemeyin, size ilginç gelmeyebilir ama bana çok samimi geliyor. Dizinin sonlarına doğru bol alkol ve bol sigara kokusuna eşlik eden isli mangalda pişmiş et kokusuyla birlikte sevgilim eve geldi de beni gerçek dünyaya geri getirdi. Tam yatacakken Kuzey Güney başlamıştı ki, bir geceye bu kadar dizi karakteri yeter diyip izlemekten vazgeçtim. Kuzeyin anasına bu akşam pilates dersimden sonra söveceğim.

Görsel, anladığınız üzere Pan-Am. Sol baştaki Barbie nişanlısını kocası olamadan düğünde bırakıp hostes olmuş, yanındaki aslında Fransız, çok yakında kaptana yazdı-yazacak, onun yanındaki kendisine sarkıntılık eden herifi çatalla yaralamış (oh olsun), onun yanındaki Barbie'nin ablası, casus masus bi işler karıştırıyor ama anlamadım, du bakalım.

23 Aralık 2011 Cuma

It's friday



Yeni değil.Daha önce paylaşmış olmalıyım ama öyle güzel ki dayanamadım.

Renk;En sevdiğim..

20 Aralık 2011 Salı

Mimim var haaanım

Mell'in çöplüğü mimlemiş beni. Yeni yılın bana getirmesini istediğim 12 dileği evrene postalamam gerekiyormuş. Noel Baba için kolay lokmayım bu defa. Ayakkabı desem, dünyanın en güzel gelin ayakkabılarını giydim sevgilim sayesinde. Yeni bir ayakkabı her daim lazım, şöyle fıstık gibi bir Louboutin mesela.Bilmem, olur bi ara.Iphone , Ipad falan..dogumgunum cok seye kadir, bilmem anlatabiliyormuyum :) Ev desek, araba desek..hmmm...var tabi , herkes ister klasik bir Aston Martin ya da bir taş ev, şöyle kocaman avlulu.Bekleyebilirim, acelem yok.
Ben bir değişiklik yapayım Mell de kabul ederse ve dilemektense şükredeyim benim olanlara. Evrende bir yer açılsın ve hepiniz aradığınız aşkı bulun mesela, olur mu?

Ben çok şanslıydım 2011'de çünkü çok yakışıklı, sevgi dolu, beni çok seven, aklıma her geldiğinde kalbimi titreten bir sevgilim var.Çok şanslıydım çünkü mavi gözleriyle baktığı yeri delip geçen bu adam artık benim kocam. Çok şanslıydım çünkü hayal ettiğimden de güzel pembe bir nişanımız, rüyalarımın çok ötesinde bembeyaz bir düğünümüz oldu, tam da çocuklarımıza anlatabileceğimiz gibi. Çok şanslıydım çünkü sıcacık bir evimiz oldu, her gün işten çıkıp koşarak gitmek istediğimiz. Çok şanslıydım çünkü etrafımda bana sıcacık bakan insanlar sayesinde doğumgünümde 4 ayrı pasta üfledim, 4 ayrı dilek diledim.Çok şanslıyım çünkü beni çok seven, bana kendimi bir prenses ya da kendi değimleriyle kızıl saçlı bir melek gibi hissettiren ve bunu her daim söyleyen muhteşem bir annem ve muhteşem bir babam, adı aklıma geldiğinde kokusu burnumda tüten bir kardeşim var. Çok şanslıyım çünkü ailemiz büyüdü, kocaman oldu.Beni kendi çocuklarından ayırmayan, her zaman kızım diye seslenen çok iyi kalpli bir annem ve babam daha oldu. Çok şanslıyım çünkü sözümde, nişanımda, bekarlığa vedamda...her adımda yanımda olan, beni çok seven ve bana kendimi çok özel hissettiren canım arkadaşlarım var.

Ancak tek bir dileğim olabilir; sağlıklı , mutlu, huzurlu, hep birlikte geçireceğimiz, eksilmeden artacağımız,sevgi dolu, aşk dolu güzel yıllar.

Benim kullanmadığım 11 dileğimi evrene göndermek isteyenler...mim sizindir ;)

14 Aralık 2011 Çarşamba

Carey

Ben Carey Mulligan kardesimizi pek sevmem. Bana, çok beğendiğim Michelle Williams'ın herhangi bir kopyası gibi gelir hep. Ne alaka demeyin , ben zaten olmadık insanları olmadık kişilere benzetirim.

W kapağına baktığımdaysa bambaşka bir Carey gördüm.Makyaj, kostüm, bakışlar, ışık, fotoğraf..herşey muhteşem değil mi?

12 Aralık 2011 Pazartesi

Bugün benim doğumgünüm

Valla kutlayın diye yazmıyorum ama önemli bir gelişme yani.

Düğün ve öncesinde hem kankilerimi hem ailemi, herkesi çok yormuş olduğumdan süprizsiz sakin bir doğumgünü istemiştim ama sevgilim sağolsun, şenlikler ve muhteşem hediyelerle kutluyoruz.Çok güzel bir yıl olsun, sağlığımız huzurumuz yerinde olsun, hep birlikte olalım gerisi boş.Bir arkadaşım doğumgünümü kutlarken aşık olduğun kocanla bu ilk doğumgünün, daha ne olsun demişti.Gerçekten daha ne olsun :)

Bi de şunu izlermisiniz? Yemek sepeti muhteşem değil mi?

Yukarıda gördüğünüz güzelim cupcake de Mutlu Dükkan'dan.İzin almadım ama öyle güzel ki,dayanamadım.

9 Aralık 2011 Cuma

It's friday



2012 Moon Phase Calender by Irwin Glusker

8 Aralık 2011 Perşembe

Fakirim ama umudum var



Miss at la Playa da çok ilginç olan bu eşleştirmelere denk geldim.Tüketim toplumuyuz falan da, bazen parayı nereye harcayacağınız da mesele. Paran mı var derdin var ın görüntülü örneği olsa gerek. Hiç üşenmeyin, büyütün görseli. Mevzu çok ilginç. En çok gözümüze çarpanlardan biri mesela; Mini Clubman mi? Mcqueen mi? Çoğumuzun sınırlı bütçelerimizle cevabı Mini olacakken, hayatının "bizden kolay" olduğunu tahmin ettiğim, kıyafet ve ayakkabıları için oda değil ufak çapta bir ev yapmak zorunda kalan şanslı azınlık için cevap tam tersi de olabilir. Belki aranızdan bazı fanilerin cevabı Mcqueen olacaksa da, konu gerçeğe dönüştüğünde koşa koşa Mini'nin koltuğuna oturacaklarına eminim, ben dahil. Bir diğeri; bir yanda toz pembe, klasik, olan ya da olması muhtemel kızınıza/gelininize yatırım Prada çanta, diğer yanda herkesin görmek isteyeceği büyülüüüü şehir New York'a gidiş dönüş bilet.Mesela bu benim için zor bir tercih. Prada çanta çok güzel, tamam kabul ama ben yay burcuyum. Gezmek tozmak benim için daha değerli olabilir bu noktada. Hem zaten "ben New York'tayken" diye de çocuklarıma anlatabilirim, o da bir nev'i miras değil midir? Bir alttaki; Lanvin'in kuğu misali ipek elbisesi mi Yamaha piyano mu? Cevap çoğunuz için çok net değil mi? Piyano. Hadi ordan. Kaçımız piyano çalabiliyoruz? Ha, ders almak için de paranız varsa no problem.Zira elbiseyi seçerseniz tek derdiniz kilo vermek olacak ki aç kalacağınızdan mütevellit, emin olun kara bile geçebilirsiniz. Hadi bakalım, 18 karat tasarım altın kolye mi, Paris'in efsane oteli Ritz'in en lüks odasında bir hafta mı? Cevap veriyorum; kolye. Ama bir şartla. Benim boynum incedir. Kolyeyi biraz kısaltırsak sanırım Ritz'de bir iki gece kalabilirim. Bence güzel anlaşma. Hatta aynı anlaşmadan bir tane daha yapmak istiyorum. Stella McCartney paltoyu blazer haline getirip Chateau Marmont'da bir gece kalmak istiyorum. Olmaz mı? Bir yukarı çıkacak olursanız Elisabeth Taylor'ın o güzelim mücevher koleksiyonu için nelerden vazgeçtiğini görebileceksiniz. Tabiki o mücevherlerin hepsi ya da çoğu hediye idi ve kendisinin mücevherlerin çoğu Bvlgari idi ancak bu Tiffany mor safir yüzük de onların ufak kardeşi olabilecek düzeyde. Eğer Liz'in mücevherlerinin her birini burada göreceğiniz üzere Harvard'da bir ya da bir kaç MBA ile eşleştirseydik, dünyanın en kültürlü insanından ve akademik olarak çok ciddi düzeyde olan CV'sinden bahsediyor olabilirdik. Harvard'da MBA her kariyerlinin rüyası olsa da o morun güzelliği ve onu çevreleyen ışıl ışıl pırlantalar da çok cezbedici gerçekten. Son ikisi nispeten kolay.The kooples olsa da(ki benim için çok bir şey ifade etmiyor) bir eteğe böyle bir para vermektense Iphone'u yeğleyeceğim aşikar. Özellikle yere düşürdükten sonra cenazesini kaldırdığım caanım ayfonuma bu kadar hasretken, ekranında yer isimleri yazan çok eski bir Nokia ile 16 aralıkta gelecek Iphone 4s'i beklerken. Evet çok subjektifim şu an. Olmasaydım da eteği sseçmezdim zaten. Ayrıca o Iphone un fiyatının Türkiye'deki Iphone'lara oranıyla biz o eteğin her bedenini, üzerlerine bluzları ve ayakkabılarıyla satın alabiliriz. Sonuncusu; the Row güneş gözlükleri mi Canon SLR mı? Ne kolay, SLR tabiki. 3 kuruş para koyar bir solar filtre alırım, gözüm kadrajda gezerim, yine de bu kıyaslamadan o gözlükle çıkmam.


Zenginin parası züğürdün çenesi tabi ama sayısal falan oynuyoruz, hiç belli olmaz bence. Bir gün beni de Moda ve Sosyete'nin kim ne giymiş konulu postlarında görebilirsiniz ;)

Bazı akşamlar daha güzel diğerlerinden..



Tam demişim içimden "bi tane de Melo atsa.." Sanki duydu beni de attı. Ahhh ne güzel bir geceydi.Artık lideriz, haydi bakalım.

5 Aralık 2011 Pazartesi

Kurabiyegillerden

Bakmayın duyurduğuma, biri benim onların..

Kurabiyegillerden sevgi ve mutlulukla merhaba..

Photo-Photo

Photoshop tan hiç bir zaman çok hazetmedim.Dozunda olanlara lafım yok da bu nedir??

Gençliği anorexia ve benzeri 21. yy hastalıklarından korumak için bir fotoğraftaki photoshop oranını gösteren programlar yazılmaya başlandı.Bak yavrum, onlar da aslında senin gibi fani, elf falan değiller yani..diyebilmek için.

Durum vahim

1 Aralık 2011 Perşembe

11

Çok farkındayım tembel olduğumun.Tembel değilim aslında da blog la ilgili bir duraksama dönemindeyim sanırım.Eskiden herşeyi yazasım gelirdi, şimdi azaldı.Yüzeysel şeylere eskisi gibi ilgi duymamaya başladım galiba.Okuduklarıma da yansıdı bu.Daha dikkatli okuduğum bloglardan bazılarında sıkılır oldum.Sürdükleri oje rengi, giydikleri kazağın 15 farklı açısını gösteren fotoğraflarla dolu postlardan sıkılır oldum. Kendim de değişiyorum diye mi acaba? Çizme çok severdim mesela.Büssürü çizmem var.Her gün giysem bıkmazdım.Şimdi çizme göresim yok. Kısa botlarım olsun istiyorum, bilekte bitsin, orda kalsın.Ugg larımı da maksimumda kıvırıp giyiyorum zaten.Daral geliyor bana onlar yukarı çıktıkça.

Ben her sene doğumgünümde yeniliklerin beni bulacağına inananlardanım.Doğumgünlerini kutlamayanları anlamam mesela. Benim için önemlidir. İllaki havai fişekler değil ama bir farklılık olsun isterim o gün. Yeni bir elbise, benim için düşünülüp alınmış herhangi bir hediye, mesela ben seviyorum diye bir buket sarı gül.Böyle günlerde ise mecburiyetten orada olan insanlara ise hiç katlanamıyorum mesela.İş toplantısına gider gibi beni hiç düşünmeden hamburgerciden hamburger alırmış gibi alınan hediyeleri de sevmiyorum.Hiç alınmasa daha iyi öyleleri.Beni çok üzüyor laf olsun diye alınmış hediyeler.Sadece gelsin o insanlar eğer benimle olmak istiyorlarsa, fazlasını da yapmasınlar istiyorum.Benim çok özenerek aldığım bir hediyenin asla maddi olmayan ve tamamen maneviyatla alakalı karşılığını görememek çok sıkıntı verici bence. Yine de güzel şey şu doğumgünü denen şey. Oysa bir yaş daha alıyor insan, üzülmek lazım. Üzülmüyorum ki..bence her yaşın ayrı güzelliği var:) Çok merak ediyorum 10 sene sonra nasıl olacağım nerede olacağım neler yapıyor olacağım. Hep iyilikler hayal ederek söylüyorum bunları tabi.İnsan hiç kötüyü düşünmez ki.10 gün sonra da , 10 yıl sonra da, etrafımda hep güzel insanlar olsun mesela. Temiz kalpli, iyi yürekli, belki biraz naif ama çok merhametli. Bana bir şeyler katan insanlar olsun hep. Her gün yeni birşeyler öğreneyim, öğrendikçe büyüyüp çoğalayım. Bana bakınca aklından geçenleri yüzüme söyleyemeyen herkes pıtır pıtır düşüp gitsin dallarımdan.

Çok akıp gitti yazdıklarım.Bozmadım.Aslında şuydu demek istediğim; aralık ayını ben çok severim.Ben yay burçlarını da çok severim çünkü aralık benim ayım, çünkü ben yay burcuyum.Doğumgünüme 11 gün var.11 güzel bir rakam, çok güzel hem de..

18 Kasım 2011 Cuma

It's friday

NTV de birilerinin kafası güzel.

11 Kasım 2011 Cuma

It's friday


En çok o baktıkça bitmeyen bacaklarınızdan nefret ediyorum.

10 Kasım 2011 Perşembe

Sevgiyle..



..saygıyla ve büyük bir onurla anıyorum.

Ruhun şad olsun Atam

4 Kasım 2011 Cuma

It's friday



Kadın ve erkek arasındaki en önemli fark düşünce tarzı bence.Mesela ben sevgilime "şu halıyı şöyle mi alsak?" diye sorduğumda tamamen görüntüyü kastederken,kendisi bana "burda iyi bence" diye cevap verdiğinde ıslak ayaklarla banyodan çıkarsak, o halının fonksiyonelliğini düşünüyor.Aynı düşündüğümüz ender noktalardan biri ise arabalar.Güzel mi güzel, fonksiyonellik desen e işin doğasında var.Yani bir gün paramız olduğunda Aston Martin'imiz olabilir.Ben böyle ortak noktanın gözünü seveyim.

3 Kasım 2011 Perşembe

Ahanda bunu istiyorum

Assassin's Creed olucam, damdan dama ucucam.

1 Kasım 2011 Salı

Kim kim??



Hiç bir işe yaramayan selebriticiklerin en koca totolusu Kardeşyiyenlerden* Kim, 72 günlük kocasından boşanmaya karar vermiş.Bu kararını verirken çok üzülmüş , çok düşünmüş ki herhalde evlenmeden önce düşünmeye başlamış olmalı.E! için yeni sezon imzası da yoldadır böylece.


27 Ekim 2011 Perşembe

Zaman



Zaman cok hızlı akıp gidiyor.Felaket felaket ustune ulkem icin.Yardım yapın diye bas bas bagırıyor herkes.Peki ya ben? Ben de yaptım tabiî ki “yardım”ımı.Bugun size yarın bize mantıgıyla değil ama.İnsan bencil bir iç hissiyatla bize hiç olmasın istiyor.Zaman zaman kendimi düşünürken buluyorum; annem ve babamdan 45 dk uzakta yaşıyorum.Böyle bir şey başımıza gelse ne yaparım? Hemen atlar arabaya giderim diyorum.Peki ya gidemezsem? Ya ulaşamazsam? Ya da o büyük İstanbul depremi var ya anlatılıp durulan, beklenen, çağırılan..Kardeşim geliyor aklıma.Etiler yıkılmaz ki diyorum sanki garantisi varmış gibi.Ona ulaşmak daha zor olur heralde.İnsanın canının parçası bu kadar uzaktayken o uzağa ulaşamamak öldürür insanı belki de.

Zaman demiştim..akıp gidiyor gerçekten.Yardımlar gün be gün büyüyor.Benim yardımım AKUT’a.Onlara güveniyorum neden bilmiyorum.Ben böyle sebepsiz güvenirim bazı insanlara.Elektrik desem değil, bakış desem değil.Hissiyatla alakalı.Kızılay da var tabi orada çalışan ama güvenmiyorum işte onlara.Sebepsiz diyemeyeceğim, beceriksiz buluyorum kendilerini.Ellerinde var olanı da kullanmayı beceremiyorlar bence.Vardır bir acıklamaları bu savıma karşılık tabiî de, gerçekçimidir bilinmez.Etrafta deliler gibi yardım toplanırken, koca koca şirketler 1 milyon TL, 2 milyon TL bağışlıyoruz diye bir kerede söylerken, ben utanıyorum devletim adına.Devlet üzerine düşeni yapmadığı için biz maaşlarımızdan arttırıp gönderiyoruz bir yerlere de,nerde o deprem vergileri onu merak ediyorum.

Zaman demiştim..akıp gidiyor gerçekten.Aylarca uğraştığımız düğünümüz bitti, neredeyse bir aydır evliyiz.Evliliği büyütmemeye çalışıyorum ben.Adımı soyadımı hala eskisi gibi söylüyorum, sonra durup düşünüyorum; Bu değil ki artık benim adım.Facebook’ta koşa koşa adını soyadını değiştirenlerden değilim yani.Ev halleri deseniz 1 değil 2 kişiyim artık evimde.Gerçi evim diyemiyorum hala tam olarak.Orası sevgilimin yalnız yaşamak için hazırlık yapıp sonra bir sebepten yaşayamadığı sonra da biz evlenmeye karar verince komple değişen bir yer hala benim için.Hala sevgilimin evi yani.Eskiden poker odası olan yer artık misafir yatak odası mesela :) İşten çıkıp eve gitme fikrini düşündüğümde kendi evim geliyor hala aklıma.Çok da severdim evimi.Bir fotoğraf bile çekmemişim evimi boşaltırken.Cam kenarında duran, yağmur yağarken oturup çay içmeyi hayal ettiğim beyaz koltuğum artık pembe haliyle yatak odamızda.Böyle ufak hediyelikler aldım kendime işte yeni eve geçerken.Yeni ev demeyi bırakmam içinse sanırım burası kimin evi diye uyanmamam gerekiyor.Galiba o da olacak yakında.Mutfağa daha hakimim mesela artık.Yemeğe ilk misafirim Aslım beni görünce inanamamıştı.Kendi evinde atom karınca gibiydin kızım, nooldu sana? Diye sormuştu.Yine atom oluyorum galiba Aslı :) Evliliği büyütmüyorum kafamda dedim ya, sevgilimle aynı evde yaşama keyfini dış dünyaya onaylatan bir akit diye bakıyorum kafamda mevzuya.Eskiden de haftaiçlerim pek hareketli değildi.Spor yemek TV şeklinde geçip giderdi.Şimdiki hali ise ufak değişikliklerle de olsa aynı.Çok sevdiğim pilates hocam Amerika’ya taşındığından eski pilates günlerime ara vermiş durumdayım.O gitmeseydi de ben o pilatese gidebilirmiydim onu da bilmiyorum gerçi.Yemek desen eskiden domatesli makarnayı çorba kasesine koyar TV karşısında takılırdım.Şimdi hangi Amerikan servisi koysak, dun yemekte bu vardı bugun bunu yapsak, mutfakta yemesek salona geçsek de maçı izlesek şeklindeyim.TV de bir değişiklik yok.Aaaa pardon..benim 15 yaşındaki Sony’im yok artık, kocaman bir LCD var.Fark bu.Benim evlilikten anladığım fark televizyonun değişmesi kadar basit.Hiç kavga etmeyen bir çiftin evlendikten sonra sesini yükseltmeye başlamasını anlamıyorum mesela.Ya da annesinin evindeymiş gibi davranan, yemektir, çamaşırdır, bulaşıktır ıvır zıvır her şeyi evdeki yeni hizmetçisine yüklemeye çalışan beyleri de anlamıyorum.Eskiden neyse hala o benim için hayat.Eskiden ailem vardı dayanağım, şimdi sevgilim de var.

Zaman demiştim..akıp gidiyor gerçekten.Keyfini çıkarın.Tek olsanız da, iki olsanız da.

21 Ekim 2011 Cuma

It's friday


Bıçak, kemik, bayrak, yan gelip yatmalar,intikam falan..
Banttan verin bence artık demeçlerinizi.Yorulmayın.

Hepimizin başı sağolsun.Bu son olsun.

20 Ekim 2011 Perşembe

Emel Gözde Becerikli

bir dönem bahar korçan'ın yanında asistanlık yapmış, eib moda tasarım yarışmasında 1. olmuş, ardındaki bunca başarı ve tecrübeyi oldukça erken yaşta kazanmış olması dikkat çeken genç ve yaratıcı moda tasarımcısı. ileride isminin sıkça duyulacağı kesin.yeditepe üniversitesi güzel sanatlar fakültesi moda tasarım bölümünde burslu okumaktadır.

diye anlatmış ekşisözlük Gözde'yi.

Burada Gözde'nin EİB 1.liği olan tasarımları var.

Bir gün çok özel bir gecede giyeceğiniz elbiseyi o tasarlayacak ya da her gün bıkmadan usanmadan giymek isteyeceğiniz bluzu pantolonu..Ama Gözde'nin bu günlerde aşması gereken ufak bir sorunu var.Sizin de yardımlarınızla bu eşik daha kolay geçilecek.

Gözde’ye birkaç yıl önce kanser teşhisi konmuş. O günden beri 5 kez ameliyat olmuş. Yeniden nüksetmiş, bu kez doktorlar Amerika’dan gelen bir ilaç tedavisine başlamayı önermişler. 2 doz, her bir dozu 21bin lira tutuyormuş. Bakanlık bir kısmını karşılıyormuş. Ancak 2. Parti için 21 bin lirayı lirayı toparlamak aile için mümkün görünmediği için bir kampanya başlatmışlar.

Size de anlatmazsam kendimi eksik hissedecektim.Belki bir yardımınız dokunur, ne dersiniz?

Yapı Kredi Bankası , Moda Şubesi
Hesap no : 35823569
Iban no : TR37 0006 7010 0000 0035 8235 69
İsim: Nimet Becerikli , Hüseyin Atilla Becerikli

14 Ekim 2011 Cuma

It's friday



Balayımız nerede dersiniz? :)

13 Ekim 2011 Perşembe

Düğünümüz ve biz...



Malumunuz 1 ekim buyuk gundu ve ben evlendim.Cumle alemin gozu aydın.Artık hayata dondum.Sevgilimle ikimiz de arkadaslarımıza birbirimizden habersiz “son kale düştü” diyormusuz.Bu da ayrı komik.Sweet surrender diyelim daha cok ;)

Evlilik teklifi aldıgım 5 subatı yazarken blogum evlilik blogu olmayacak demistim ama kralı oldu maalesef.Buyuk konusmusum.Kafanızda baska hic birsey olamıyor bu hazırlıkları yaparken.Siz istediginiz kadar kacın, ruyalarınızı bile esir alıyor.Bizim stresimiz son haftaya kadar pek olmadı.O stres de tamamen “ulan nereye oturtucaz bu insanları” durumuydu.Cunku her tarafından medeniyet fıskıran yuce Turk halkı son gune kadar dugune tesrif edip etmemeye karar veremedi ya da “katılamayacağım” diye bildirdiği kararını düğünden bir gün önce “şaka yaptııııım, geliyoruuuum ahahahah” şeklinde değiştirmeyi kabul edilebilir sandı.Perşembe sabahı ben kahvaltıdan avaz avaz ağlayarak kaldığımdan ve artık biz kendimizden geçmiş olduğumuzdan bir masayı boş bırakarak “zıçarım ulan” moduna geçtik.Bir de tabi bu ev yerleştirmeler falan son hafta sizi sokak çocuğuna çeviriyor.Şahsen ben yorgunluktan çökmüş göz altlarım, 3 haftadır manikür görmemiş ellerim ve gelinliğimde çok özendiğim dekoltemi neredeyse boş bırakacak kadar küçülen göğüslerim ve verdiğim kilolarla tamamen benlikten çıkmıştım.Son 3 günü sadece uyuyarak geçirip taş gibi bir gelin olacağıma yemin etmiştim ama ancak son gün o moda girebildim.Keseydi masajdı derken hoşaf kıvamında kendimi oradan oraya sürükleyip ertesi gün evlenmek üzere gerekli enerjiyi toplamıştım.Bir çok gelinin aksine son gece gayet güzel uyudum.Pardon son gece demek yok, babam çok kızıyor, artı bir olarak geri döndüm diyelim.Bütün fasa fisoyu, dertleri, tasaları her şeyi bir kenara bırakıp size düğün günümü anlatmak istiyorum sadece.Olur mu?

Sabah saat 8..annem başımda “amanda benim gelin kızııııımmmmm,hadi uyan annecim geç kalıyoruz”.Ulan daha çok var falan derken duştayım.Saçımı bile kurutmadan günün anlam ve önemine uygun beyaz bir elbise giyiyorum ama ayaklarıma babet giyip donduğumdan domuzcuklu pofuduk patiklerimi geçiriyorum.Gelin olabilirim ama üşüyorum, çekmesinler ayaklarımı.Heyecanım yok, iyiyim.Pek tabiî ki annem benden bin kez daha panik.Kahvaltıda bana yumurta yedirmeye çalışıyor.Bütün gün aç kalacakmışım,tutarmış.Öyle olmadığını ilerde anlatacağım.Kuaföre 9 da evde ol demiştik.Saat 09:10, annem kuaföre saydırıyor.Ama asıl sıkıntımız kuaför değil.Benim yana yakıla istediğim makyözüm düğünümden önceki 2 hafta Amerika’da tatilde olduğundan, düğünümün günü sabaha karşı 2 de İstanbul’da olacak ve ilk uçakla İzmir’e gelecek.Teoride her şey güzel de..peki ya gerçek? Ya rötar olursa? Ya uçak düşerse? Gece yatmadan uçağın ineceği saati internetten kontrol etmişim de yatmışım ama aramak lazım.Saat 9’da kendisini arıyorum tırsa tırsa.Hayır, bi de gelemezse annemin çenesinden bir ömür kurtulamam.Kızcağız açıyor, kahvaltı ediyormuş, birazdan gelecekmiş.

Saat 09:30..yer benim odam.Büyük aynanın önünde rahatça bir sandalye.Ayağımda domuzcuklarımla kuaför saçıma fön çekiyor.Bu arada kapı hiç durmuyor.Her gelen önce benim odama gelip beni o insanlıktan çıkmış cadı saçlarımla görüyor.Daha da güzeli fotoğrafçı ve kameraman da bu muhteşem anı kaçırmak istemiyor.Odamda metrekareye 5 insan düşüyor.Benim saçlarımı sarıp kuaför annemin saçlarını yapmaya başlıyor.Makyöz de makyajıma başlıyor.Karşımda 10 çift göz bizi dikkatle izliyor.Işıl ışıl peri kızı gibi bir makyaj istiyorum.Bitince ilk önce kardeşime göstermeye gidiyorum.Bu mevzulardan çok anlayan dallama kardeşim “Japon garıları gibi olmuşsun” diye lafı yapıştırıyor.Öylemiyim lan? Kafam hala sarılı ve kocaman, ondandır.Neyse saça devam.Ensede havalı bir topuz istiyorum.Tam topuzuma başlandığı sırada kızlar geliyor.Sabahın köründe saçlar yaptırılmış, makyajlar yaptırılmış.Üçü de bir içim su, tepemde dikiliyorlar.”Olmuş mu?” diyorum.”Şimdi söyleyin ya da hep susun” diyorum.Ki bu noktada bir parantez açmak istiyorum.Bitmiş bir olayın arkasından keşke şöyle yapsaydın diyenlere çok fena sinir oluyorum.Ağzının ortasına bir tane yapıştırasım geliyor.Olmuş bitmiş artık.O güne geri dönüş yoksa konuşmayacaksın.In other words; şaapılmış dötün davası olmaz.Bu kadar.Ne diyordum? Hah..Güzelmişim, öyle diyorlar.Ay bir mutlu oluyorum.O an çişimin geldiğini hatırlayıp duvağımı takmaya hazırlanan kuaföre bağırıyorum.”Koş çabuk” diyor bana.Koşuyorum geliyorum hazırım.Tam duvak takılırkeeeeen kapı çalıyor.Hiii!!!! Damat gelmiş L Bittim ben.Hazır değilim.Mahvoldum.Avaz avaz bağırdığımı hatırlıyorum “kimse yukarı gelmesiiiiiiiin” .Zaten kapıda nedimelerim nöbet tutuyor.Kimse gelemez.Duvağım takılınca kuaförü kapı dışarı ediyoruz.Büyük an; gelinlik giyilecek.Odada 3 nedimem, çocukluk arkadaşım, teyzem ve halam var.Çamaşırlarımı değiştirmem lazım, “herkes arkasını dönsüüüüün”.Bir yerden sonra bunlara gına geliyor “bizde de var ulan” diyip dönüyorlar.Bugüne kadar yatılı okumama rağmen kimselere göstermediğim sansürlü bölgelerimi görüyorlar sağolsunlar.Sonradan totoma 10 numara not veriyorlar ama ben bir daha böyle bir anı tekrar yaşamak istediğimi hiç sanmıyorum.Gelinlik yere konuyor, içine de tarlatan yerleştiriliyor.Bir hamlede o deliğin içine atlamam lazım.Beceriyorum.Sonra yavaş yavaş gelinlik yukarı çekiliyor..Bu saydığım 6 kişi sırtımdaki 35200 tane düğmeyi iliklemeye çalışıyor.Bu noktada gelin olacaklara önerim damadın gece sarhoş olmamasına çok dikkat edin.O düğmelerin bir de açılması gerekli.Sonra gelinlikle uyuyabilirsiniz.Artık hazırım.Damadı yukarı gönderebilirsiniz.İçsel bir hisle gelip beni odamdan almasını istiyorum.Sevgilim yavaş yavaş yukarı geliyor.Ayak seslerini duydukça heyecandan kalbim ağzımda atıyor.Sonunda kapıda beliriyor.Gözgöze geliyoruz.Bilmiyorum beni beğendi mi ama sevgilim her zamankinden 1000 kat daha yakışıklı.Bembeyaz smokini çok yakışmış.Askılarını da takmayı unutmamış Sadece yaka çiçeğiyle anlaşmakta biraz zorlanmış, çünkü ben ona sormadan gül olan yaka çiçeğini orkideyle değiştirmiştim J Artık hazırız.Yavaş yavaş koridordan yürüyüp merdivenlerden iniyoruz.Aşağıda alkış kıyamet.Kafamı kaldırıyorum, önce kardeşimi görüyorum, dağılmış, çenesi titriyor.Sonra babamı görüyorum ağlamaktan şişmiş, mutfağa kaçıp duruyor.Annem deseniz zaten sabahtan beri ağlıyor.Hemen kafamı çeviriyorum, eğer kendimi bırakırsam bütün gün toparlayamam.O gücü kendimde nasıl bulduğumu ben de bilmiyorum ama bir şekilde kendimi zaptediyorum.Babamla, kardeşimle, annemle sıkı sıkı sarılıyoruz.Kardeşim “ben sana sonra sarılacaktım” diyor.”Ben şimdi sarılmak istiyorum” diyorum.Kapıdan çıkmaya hazırız.Alkış kıyamet apartmandan çıkıp arabaya biniyoruz.Daha doğrusu beni gelinlikle arabaya sokuşturuyorlar.Benim kabarık bir gelinliğim olmamasına rağmen SATC2’de Carrie’yi arabaya bindirirken Anthony’nin söylediği gibi; kremayı iğne deliğinden geçirmekten farksız.Bir de arabada oturma kısmı ayrı dert.Her tarafınıza ayrı bir şey batıyor, duvağa yaslanmamaya çalışıyorsunuz, kendinize dikiz aynasından bakmaya çalışıyorsunuz, göremiyorsunuz, sinir oluyorsunuz.Saat 13:00..ben, gelinliğim ve arta kalan yerde sevgilim Alaçatı’ya doğru gidiyoruz.Fotoğrafçımız güzelim ayakkabılarımla beni o taş sokaklarda yürütmeye kararlı.Bir de o gün pazar var, müthiş.Kimsenin olmadığı bir sokağı bulup arabadan iniyoruz.Uzunca bir süre “kolunu şöyle koy…sevgiline bak…hah tamam…gülümse” şeklinde takılıyoruz.Offf benim karnım çok açL Benim bildiğim gelinler acıkmaz, çişi gelmez hatta nefes almaz.Bu ne şimdi? Aç bilaç çalışmaya devam.Oradan başka bir sokağa giriyoruz.Sonra bizi gören bir ev sahibi evine davet ediyor, onun bahçesinde çekim yapıyoruz.O da “ayy ayyyyy evime gelin geldi Nermiiiin, ayyy çok güzeeeel” diye avaz avaz telefonla konuştuğu kişiye bizi anlatıyor.Oğluyla beraber çekimlerimizi izliyorlar.Kapıdan çıkarken “ayakkabının altına adımı yaaaz” diye bağırıyor.”Ulan bi çocuk vardı içerde ama..ıııı” derken çok uzatmıyorum artık; “yazarım tabi merak etmeyin hıhıhı”.Yeniden arabadayız.Artık otele gitmemiz gerek.Nikahımıza 2 saat var.Yolda sevgilim oteli arayıp odaya tost istiyor.Çünkü ben artık açlıktan ölmek üzereyim.Yolda sevgilimin abisinden MMS ler geliyor.Salon çok güzel olmuş.Ama tabi biz mokunu çıkarmazsak olmaz.Otele gidince ilk iş salona gidip görüyoruz.Artık içimiz rahat, odamıza çıkabiliriz.Odada tostu 1000 kucuk parcaya ayırıp tabagı bana uzatıyorlar.Ben gayet rahat uclu koltuga kurulmus, kucagımda tost tabagı, yanımda patates kızartması sevgilimden onun tostundaki tursuları isteye isteye kocaman tostu bitiriyorum.Artık daha iyiyim.Resepsiyona kesin talimat verilmis, oda numaramız asla kimseye soylenmeyecek.Yine de bir kac istisna yapıyoruz.Mesela nedimelerim olmadan olmaz;) Halamı da odaya çağırıyoruz ki darmadağın olmuş gelinliğimi düzeltsin.Sevgilim de bu arada sabah aceleden giydiği lacivert çoraplarını siyah olanlarla değiştiriyor J

Saat 16:15..nikah için odadan çıkıp asansöre biniyoruz.Nikah alanı otelin dışındaki kongre merkezi.Kimse görmeden kapıdan arabaya binip servis asansöründen kongre merkezinin 2. Katına çıkıyoruz.Bizi bir odaya alıp bekletmeye başlıyorlar.Sevgilim heyecandan bayılmak üzere.Ben nasıl oluyorsa şu an bunları yazarken bile çok heyecanlanmama rağmen o an çok sakinim.Fotoğrafçı yine fotoğraflarımızı çekiyor.Duvağımı kapatıp bizi kapının önüne alıyorlar.Önümüzde çift kanatlı bir kapı.İki kişi iki yanda kapıyı açmaya hazır.Sonunda şarkımız duyuluyor.Somewhereee over the raiiinbooow… dediği an sevgilim “açın” diyor.İki kapı aynı anda açılıp biz kocaman bir kalabağı tepeden görüyoruz.Herkes bize bakıyor.Müthiş bir alkış.İlk adımımı atıyorum, çaaaattt…ayakkabımın parkenin arasına sıkışıp ayağımdan çıkıyor.Aklım çıkıcak yerinden, herkes bize bakıyor….”ayakkabım..ayakkabıımm” diye çığlık atıyorum.Arkamızdan gelen otel yetkilisi kadın olmanın da getirdiği bir hisle olsa gerek ayakkabımı yerden çıkarıp önüme atıyor.Nasıl olduğunu bilmiyorum ama o gelinliğin altından ayakkabıyı bir kerede giymeyi beceriyorum.Benim bu delirdiğim anlarda misafirlerin hiç bir şey anlamadığını ise sonradan öğreniyoruz.Önümüzde yavaş yavaş inmemiz gereken yaklaşık 50 basamak var.Düşerim diye ödüm kopuyor.Bir elimde çiçeğim, sevgilim diğer elimi sıkı sıkı tutuyor.Ufak kızlar önümüzde çiçek atacaklar.Bembeyaz elbiseleriyle melek gibiler.Sevgilimin yeğeniyle gözgöze geliyorum.Bakakalıyor bana.Öyle güzelki..Biz yavaş yavaş inerken onlar da beyaz halıyı yarılamış durumdalar.Ağır adımlarla iki yanımızda oturan akrabalarımızın, sevdiklerimizin, arkadaşlarımızın alkışları arasında o yolu tamamlamaya çalışıyoruz.Her adımımı hissetmeye çalışıyorum.Herkesle gözgöze geliyorum.Kardeşimin, babaannemin elini tutuyorum.Öyle güzel ki her şey.Nikahın kıyılacağı gazeboya çıkıyoruz.Önce nikah memuru geliyor, sonra da şahitlerim; her adımımda benden çok koşturan canım halam, elinde büyüdüğüm teyzem ve nedimelerimden canım arkadaşım.Onlar sanki benden daha heyecanlı.Sevgilimin elini sıkı sıkı tutuyorum.Nikahımızı kıyacak memur isimlerimizi istiyor.Söylüyorum ama kendi sesimi ben bile duymuyorum.Daha yüksek istiyor..bu defa daha yüksek söylüyorum.Sonra da sevgilim ismini söylüyor.Sağıma bakıyorum, nedimelerim, kardeşim, annem , babam herkes bana bakıyor.O arada şu an hiç hatırlamadığım bir şeyler söyleniyor ve o malum soru soruluyor; mikrofon bende..herkes çok sessiz..kafamı çevirip babamla gözgöze geliyorum…”evet”.Sıra sevgilimde.Mikrofonu uzatıyorlar ama o da ne..bizimki düşünüyor..çıt yok.”yok artık” diyorum içimden.Sonra da “kalbim çarptıkça evet” diyor.Alkışlar alkışlar…Sonra sol taraftan gelinliğimin ayakucuna doğru gelen bir şey hissediyorum.46 numara kocaman bir ayak benim o kocaman gelinliğimin içinden minicik ayağımı bulup acımadan basıyor.”alllaaaaaaaaaah” diyorum “bastıııııı”.Benim yüz ifademden durumu anlayanlar çok gülüyor.Bense kafamı sağ tarafımda melül melül beni izleyen kalabalığa çeviriyorum.İnsan bir uyarır ya, atı alan üsküdarı geçti.Nikah memuru çok gülüyor halime “boşver o bassın, ben defteri sana vericem kızım” diyor.Sonra da “bizi karı-koca ilan ediyor” ve damattan gelini öpmesini istiyor.Sevgilim yavaş yavaş duvağımı kaldırıp beni alnımdan öpüyor.İşte o an çok büyülü, çok güzel..Defter artık bizde.Asla çaldırmamamız lazım ki sevgili aç kurt arkadaşlarımız donumuza kadar almasın.Flaşlar patlıyor.Biz ağır ağır gazebodan inip tebrikleri almak üzere ileriye geçiyoruz.Herkes çok mutlu.Herkes bizi tebrik ediyor.Aylardır hazırlandığımız o an bitti bile, artık karı kocayız.Biraz dinlenmek üzere odamıza çıkıyoruz.Sevgilim rahatlamış balkonda oturuyor.Benim tek istediğim biraz oturabilmek.Çünkü birazdan yeniden fotoğraf çektirmemiz gerek.Sevgilimin yanına gidip yüzüğümü değiştirmesini istiyorum.Onun elleriyle yüzüğüm sağ elimden sol elime geçiyor, ben de onun yüzüğünün yerini değiştiriyorum.Artık her şey tamam.Az sonra yeniden çimlerin üzerine yayılmış fotoğraf çektiriyoruz.Ben ters ışık istediğim için bir ara salona gidiyoruz.Masalar kurulmuş ancak henüz bomboş,orkestra prova yapıyor.Hazır kimse yokken biz de dansımızın provasını yapıyoruz.Hazırız.Odamıza çıkıp yemek yiyoruz.Evet, yine butun tabağı silip süpürüyorum.En azından açım, çişim gelse daha kötü olurdu.Nedimelerim geliyor.Gece için uzun tuvaletler giymişler.Muhteşem görünüyorlar.Onlar odaya geldikten sonra bilirmiş gibi kirpiğim düşüyor.Her derde deva olduklarından kirpiğimi yerine yapıştırıp makyajımı düzeltiyorlar.O sırada çok sevdiğim arkadaşım bizim muthis guzel fotograflarımızı cekiyor.İyiki düşmüş o kirpik.Gelinliğimin içindeki otlar temizleniyor.Ayak bileklerimi parçalayan tarlatanım düzeltiliyor.Artık hazırız.

Saat 20:30..bizi niye kimse almaya gelmiyor? L Sonunda otelden biri geliyor da biz de artık kendi düğünümüze geçebiliyoruz.Yine iki kanatlı kapalı bir kapı.Giriş müziğimizi duyuyoruz.Aralık kapıdan içeriden sızan ışığı görüyorum.Sevgilim beni öpüyor ve kapılar açılıyor.Salonda herkes ayakta.Masaların arasından geçip sahneye ulaşıyoruz.Anneme gelin çiçeğimi teslim edip sahnedeki yerimi alıyorum.Sırada düğün dansımız var.Keşke size izletebilsem..tango istemedik, vals çok yavaş geldi ee ne yapalım.Frank Sinatra ve Bono eşliğinde I’ve got you under my skin ve bizim Broadway dansımız.Biz çok keyif aldık.İnşallah izleyenler de eğlenmiştir.Babam sevgilime gel gel yaptığım parmağıma çok sinir olmuş sadeceJ Bu andan sonrası hiç oturmamacasına bir eğlence.Orkestra bile çok eğlendiklerini söyledi, öylesi güzeldi.Pistte adım atacak yer yoktu.Sonrasında after-party de geceyi boynumda papyonla bitirdim.Saat 2:30 da artık değil gelinliğimi, kendimi taşıyamaz halde odamıza çıktık.Sevgilim odaya beni kucağında sokmak istediyse de maalesef azıcık alkol ve kocaman bir gelinlikten kendimizi yerde bulduk.Gülmekten karnımıza ağrılar girdi.Herşey öyle güzeldi ki tahminimizden daha çok eğlendik ve eğlendirdik.

Evlilik hazırlıkları evet cok zor.Tatlı telaslar diyen herkesi paralayasınız geliyor.Birbirinizi üzmediğiniz sürece geçmeyecek bir dert yok.Aklımda kalan ne yorgunluğum, ne ağlamalarım..sadece düğünümüz..İsteyen herkese en az bizimki kadar güzel bir düğün diliyorum.

Balayı mı? Uçağa binene kadar bana sürprizdi..size de sürpriz olsun bir süre ;)

13 Eylül 2011 Salı

Bridezilla Annem

İlk günden beri çok sakindim.Çünkü normalde de sakinim.Öfke patlamalarım falan pek yoktur benim.Sevgilimle bir kez bile kavga etmedik öyle bağıra çağıra.Modumda yok.

Amaaaa geçen hafta pazartesiden beriiiii ben bitik durumdayım.Bir kere çok yorgunum.Gerçekten çok yorgunum.Kafam çok dolu.Geceleri rüyalarımda gelinliğe sığamadığımı, üzerine kaymakam masasında evlendiğimi bi de üzerine ufoların beni küçülttüğünü filan görüyorum.Sabahları uyanıp işe gelmek bir işkence.Ne giyinmek, ne makyaj yapmak istiyorum.Her öğlen bir yerlere yetişip bir işler halledip, akşam çıkışta başka bir yerlere yetişiyorum.

Bu kadar işimin arasında en çok kiminle uğraşıyorum dersiniz?? Annemle...Benim delirmiş durumumu 10la falan çarpın o halde.Elinde sürekli listelerle yaşıyor.Her telefonda bana yeni ıvır zıvırlar yumurtlamış olarak geri dönüyor.Hiç susmuyor hatta ağzımı açıp bir şey söylemeye kalkarsam avaz avaz bağırıyor.Beni çileden çıkarıyor.Sevgilime annemin ne halde olduğunu anlatmaya çalışıyordum ama inanmıyordu.Dün annemin ona alet çantası alacağını söylediğimde anladı durumu.Annem sevgilime alet çantası, benim evime merdiven, peçeteler, 35 çeşit dantelli nevresimler alıyor, aldığı her tekstil ıvır zıvırını yıkayıp ütülüyor, organze zarflara koyup üzerini nazar boncuklarıyla süslüyor.Bildiğiniz bir manyak oldu.

Eve eşyalardan önce kuran-ı kerim, şeker, ekmek, pirinç (ve bi iki bir şey daha galiba bilmiyorum) girermiş.Pazar günü sevgilimle bu adeti hiçe sayarak gidip tabak çanak aldık eve bıraktık.Annem ağzıma sıçtı, eve daha bu kutsal set girmemiş, neden böyle yapmışım.Gitti pirinçler şekerler için saten torbalar yaptırdı geldi.Eve bahsi geçen seti soktuk dün.Artık rahatmıyım ?? Hayır değilim.Telefonla konuşurken kendi evimdeki yeni alınmış tabak çanağı eve gidip yerleştireyim dedim.Nasılolsa bulaşık makinesi çarşamba günü takılmış olacak.Allahım o ne desibeldir.Bir bağırdı, sağır oldum.Yetmedi telefonu elinden attı.Teyzem telefonu kapıp bana güzel güzel "hep birlikte yerleştirelim hayatım da iki defa iş olmasın" dedi de neden haykırdığını anlamış oldum.Ben sahipsiz değilmişim, ben kimmişim ki gidip kendi evimi kendim yerleştirmelere kalkacakmışım.Az öncekini de anlatmam lazım, çatlarım.Bir misafir yatak odası yapmaya çalışıyoruz.Zira kardeşim uzakta yaşıyor, annemler uzaktalar kalmak isterler falan filan.E tabi annemi en çok ilgilendiren bölüm de o yatağın üzerindeki örtü.Ben daha ağzımı açamadan "gidin şudan yatak alın, yatak başını da alın, bilmemnesini de alın" dedi."Ben zaten kendi evimdeki yatak örtüsünü koyacağım o odaya" dedim.Bildiğiniz kükredi "Bibiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii, sinirlendirmeye başlıyorsun beni artık.O yatak örtüsü gitmeyecek.Ben aldım oraya örtü".Hay dedim çeyizinize de, dantelinize de , örtünüze deeee....Yok bunu diyeli bayağı olmuştu.2 ay filan önce annem beni dantel yatak örtüleriyle boğmaya çalıştığında "ne halin varsa gör" dedim bayrağı kendisine devrettim.Ne isterse alsın, ben sonra gider kendi istediklerimi alırım dedim kendi kendime.Çünkü iş kontrolden çıktı.Annem tutulabilecek gibi değil.En çok babama acıyorum.Ben uzağım en azından, telefonla konuşuyorum.Babam her gün kahvaltıda bunlara maruz kalıyor.Böyle anlatıyorum ama bir ara kendimi kesecek durumdaydım.En son telefonda sevgilime avaz avaz ağladım ben artık annemden çok yoruldum diye.Valla yoruldum ya.Bu dönemlerde insanlar sevgilileriyle boğaz boğaza gelir, ben annemin bana yaydığı negatif enerjiden kafama sıkmak üzereyim.

Bu kadar şeyin arasında bir de bana istemediğim kına gecesini yapmaya, bana bindallı giydirmeye filan kalkıyor."Ben kına istemiyorum, siz istiyorsanız yapalım ama basit olsun, herkesi çağırmayalım" demiştim kendisine kıyamadığımdan.Bahsettiğim çok yakın akraba ve arkadaşlarla, maksimum 15 kişilik yemekli, hafif müzikli, bindallısız sadece kırmızı örtülü, elime kına yakılırmış gibi yapılan ama yakılmayan minik bir eğlence.Annemin aklındakiyse kına alışverişine çıkıp evde minik bir düğün yapmak.Ulann dedim, zıçarım artık yettiniz be.Açtım ağzımı yumdum gözümü; "Hayır dedim yapmıyorum ben öyle kına.Senin de kızın bir kez evleniyor diye yapalım istedim ama yapmıyorum işte"Giymiyorum işte ben o bindallıyı.İstemiyorum evde 50 kişi.Ne alışveriş yapacak halim var ne de kına severim.Budur.

Oh be...sakinledim biraz.

9 Eylül 2011 Cuma

It's friday

Bir gelinciğimiz var bu haftasonu.Dünyanın en güzel, en tatlı, en hanım, en iyi kalpli diyetisyeni, ailemizin hatta sülalemizin diyetisyeni Aslım evleniyor.Size ne özel biri olduğunu anlatmam için gelin çiçeği yeter de artar bile.O bi tane.

Hersey istediğinden daha güzel olsun, hayatının en güzel günü olsun..

26 Ağustos 2011 Cuma

It's friday


Bu haftaki it's friday'i sömürüyorum.

Bana İstanbul'da Divan hariç gelin ayakkabısı yapan yerleri söylermisiniz? Tenk yu.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

İlk prova veeee....



Dün gelinliğimi ilk defa denedim. (Gelinlik ve düğün muhabbetinden bayılanlar kalanını okumasın, 1 ekime kadar böyle malesef) 40 beden bir demo denedikten sonra siparis vermistim hatırlarsanız.Pronovias aldıgımı da hatırlarsınız.Bu noktada taze gelin olacaklara sunu soylemeliyim ki Vakko'nun gelinligi bulamıyoruz lafına aldanmayın, Pronovias'ın İstanbul magazasını arayın.Nasıl oluyor bilmiyorum ama birinin bulamadıgını oburu gayet de guzel buluyor.Gelinlik 6 agustos civarı İzmir'e gelmis olsa da benim denemek icin ancak fırsatım oldu.Daha once ben musaitken annem degildi falan filan.Evet annem olmadan deneyemiyorum malesef.Dun yine cumbur cemaat gittik, denedik.Gelinligi denerken yapılan "aaa kapanmıyor" sakası her ne kadar aklımı kacırmama sebep olacak olsa da, cabuk toparladım.Kapandı tabiki, bol bile.Bosuna gormusum o icine giremedigim 36 beden gelinligim ve ben kabuslarını.Kabinden cıkıp da herkesin gozlerinde aynı ısıltıyı goruyor olmak muhtesem bir his.Herkes size prensesmissiniz gibi bakıyor ve siz o anın keyfini cıkarmaya calısıyorsunuz sadece.Bir sonraki prova, gelinligi daraltmak uzere eylul ayında.Cok yogun ve cok dolu bir bayram tatilinden sonra aynı yogunlukta bir ay bizi bekliyor olacak.Ama tatlı telaslar bunlar di mi? :)) Hı hı.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Lokma ve Dedem

Cumartesi dedemin vefatının senesiydi.Yıldönümüydü mü demeliyim bilemiyorum.Sanki kutlama yapıyormuşuz gibi geliyor yıldönümü dediğimde. Maksat hatırlamak tabiki ama annemin lokma döktürmek istemesinin icinde belki de biraz hatırlatmak da var.Dedem hayatı boyunca hep aynı yerde yaşadığı ve öldüğü, bir de oranın en eski esnaflarından olduğu için tanıyanı ve seveni çok.Onun dükkanı önüne lokma tezgahı kuruldu.Annem ve dayımlar başından sonuna kadar hep oradaydı, ben de öyle.Lokma tabaklarına isimlerin olduğu kağıtları koyduk annemle.Gelen geçen herkes lokma yesin istedi annem.1 yetmez 2 tane alın dedi herkese.Turistler bile lokmanın tadına baktı.Önce sıraya girip "how much?" diye sordular.Ben mevzuyu anlatınca bağış yapmaya kalktılar.Onu da istemiyoruz diyince gözleri faltaşı gibi açılmış kalakaldılar.Yunan bir grubun ne söyleyeceğini bilemeyip elini göğsüne koyup bana bakması bence çok anlamlıydı.Ya da ingiliz bir turistin lokma tabağı bitene kadar oralarda dolaşıp sonrasında gelip bana teşekkür etmesi de öyle.Aynı dinden olmasanız da insanlar sizinle aynı hisleri paylaşabiliyor, yerine gitmesi gereken ne varsa ulaşabiliyor diye düşünüyorum.Gerçi benimle aynı dili konuşan ve aynı dinden olan çok kaba insanlar da yok değildi.Lokma dağıtıyoruz, sana hediye veriyoruz yemen için, yapman gereken allah kabul etsin/teşekkürler...Nedir yani o göz devirmeler.Al kafasına sok o kızgın yağ kazanına.Neyse..spiritüel tarafımdan birşey kaybettim mi? Hayır kaybetmedim.


Anneannem oruçlu olduğu için gelmedi yanımıza.Zaten evde de çok ağlamış.Öğledensonra bir ara koltukta uyuyakalmış.Rüyasında dedemle dükkanın önünde oturuyorlarmış.Dedem vefat etmeden önce her yaz öyle geçerdi.Onlar hep o dükkanın önünde tahta sandalyelerde oturacak, gelen geçen herkesle çene çalacak, anneannem hep dedemi yan tarafta lokanta işleten o çirkin kadından kıskanacakmış gibi geliyordu bana.Zaman çok hızlı geçiyor.Hepimizin gideceği yer aynı.

19 Ağustos 2011 Cuma

It's friday



Kedilerin taklit yeteneginden devam :)

18 Ağustos 2011 Perşembe

Rejim diyet vesaire..

Şu Türk milleti dahilinde bir allahın kulunu tanımam ki "kilo aldım biraz, rejime girmem lazım" diyene "evet bence de" desin.Hep aynı terane; "aaaa hiç de değil canıııım, bak Sibel Can da balık etli.Kadın dediğin etine dolgun olur hem".Benden size tavsiye.Siz pantolonlarınıza giremeyecek, bikininizden pörtleyecek, oturunca göbeğiniz bacaklarınıza değecek düzeyde kilo almış ve bunun son derece farkındayken , 40 yıllık arkadaşınız sizi taş gibi olduğunuza inandırmaya çalışıyorsa, bir bit yeniği arayınız. Muhtemelen kız milletinin çoğunda olan "yanımdaki benden çirkin olsun,hayat bayram olsun" sendromuna kapılmış gidiyordur.

Bir kere bir insan kilo alıp almadığını en iyi kendisi anlar.Kotunuzun patlayacak gibi duran fermuarının sebebi o kotun yeni yıkanmış olması olamaz, özellikle de 5. gez giyiyorsanız. Hadi diyelim ki bu tip sinyallerden mevzuyu idrak edemediniz.Ayda 1 defa tartılma huyunuz varsa gözleriniz boyoz gibi olunca anlarsınız.Ha tabi söyle de bir durum var; kilo konusuna benim kadar takık değilsinizdir, aldınız verdiniz sizin için hayat hep güzeldir, takdir eder ve saygı duyarım.O rahatlık benim bünyeye format olarak yüklenmediğinden ben ümitsiz vakayım.

Hep aynı yere bağlıyorum ama malumunuz bir gelinlik durumum var.Siparis vereli 1 ay falan oldu ve gelinlik gecen hafta tesrif etti.Ancak ben henuz denemedim.Biraz da kilo aldım üzerinize afiyet."ya giremezsem"ler uykularımı kaçırıyor.Bir de elimde bir done var bu konuda canımı yakan.Geçen sene bir arkadaşımın düğünü için çok severek ve çok arayarak aldığım tuvaletime çeşitli sebeplerle doyamamış olduğumdan, 10 eylülde evlenecek olan canım arkadaşım Aslı'nın da düğününe giymek istedim.Hatta kendisine pudra pembesinin benim olduğunu başka kimseye giydirmemesi gerektiğinin beyanını kış zamanı verdim.Gel gelelim geçen hafta içine girmeye çalıştığım elbise aklımı başıma getirdi. Önce tek başıma olduğum için kapatamıyorum diye düşündüğüm fermuarı, sevgilim tüm gücünü kullanıp bana da "hınkkk" diye karnımı içime çektirerek zar zor kapatınca, ahanda dedim zıçtığım nokta budur. Gelin hanım ailemizin diyetisyeni Aslıcığıma durumu anlatınca "neeeeeeeeeeee?????!!! dur ben seni sokarım o elbiseye" dedi.Şimdi kendimi onun ellerine teslim ettim.Az önce ara öğünde yemem gereken 1 incir için "ama benim incirlerim küçüüük, 2 tane yesem olmaz mıııı??" diye ağlıyordum. Aslı bana yeni bir elbise bulsa hayatı daha kolay olur muydu acaba?

Ben gidiyim de diyetisyen kontrolunde hazırladığım öğle yemeğimi yiyim bari.Aslı benimle gurur duyuyormusun?

16 Ağustos 2011 Salı

Ağrı eşiğim yüksek, tamamen ondan

Az once 24 saati devirdik başımın ağrısıyla beraber. Şirkette "ben acıdan bayıldığımda doktora söylersiniz dünden beri başı ağrıyordu diye" beyanatlarıyla geziyorum. İlaç almayı da doktora gitmeyi de sevmiyorum.Taa ki katlanamayacağım boyutlara gelene kadar.Ancak benim ağrı eşiğim biraz yüksek sanırım.Kafamın arka sol tarafından girip sol gözümle burun kemiğimin arasından çıkan bıçak, arada bir yerinden kıpırdayıp beni hoplatmasına rağmen henüz doktoru görmek istemiyorum.Tabi ağrı eşiğim beynimin komplo teorileri üreten bölümüne mani olamıyor. O odacıkta beni önce MR a alıp, teşhisi koyuyorlar sonra tabutuma duvağımı örtüyorlar falan. Hayır, daha duvak da seçemedim iyi mi? Gelinlik örtseler tabutumu kapatamayabilir.Keşke milleti dinleyip kabarık gelinlik yapsaydım.Tamam sustum..

Ağrı geçmiyor, ben kendimden geçiyorum.İdare edin.

12 Ağustos 2011 Cuma

It's friday



Güle güle kaptan, yolun acık olsun.



9 Ağustos 2011 Salı

Afrika icin 3005 e bos mesaj atalım


UNICEF sizleri bu afeti yaşayan çocuklara yardıma çağırıyor.

Afrika için hesap numarası: Türkiye İş Bankası Çankaya- Ankara 1006.
Ayrıca tüm operatörlerden 3005e 10 TL değerinde boş mesaj atabilirsiniz.



5 Ağustos 2011 Cuma

It's friday



Ay bu aralar çok güzel.

Hiç bakıyormusunuz gökyüzüne geceleri?

4 Ağustos 2011 Perşembe

Gelin-Damat halleri



Bildiğiniz üzere düğünümüze 2 aydan az bir süre kalmış durumda ve her evliliğe-son-200mtr-bayrak-yarışı durumunda olan çift gibi biz de çeşitli koşuşturmalar içinde helak olmuş durumdayız.Tamam , abartıyorum; bir çok çifte göre çok çok iyi durumdayız.(Maşallah diyin)Bırakın koşmayı rahatlıktan kilo alıyoruz.Damatlıkla gelinliğe giremeyebiliriz allah göstermesin.

Pazar akşamı aile dostlarımızla yemek yiyorduk. Tam 1 sene önce evlenmiş kızları 26 nisanda nişanlandıktan sonra 25 temmuzdaki düğüne kadar neler yaptığını anlatıyordu.Yok efendim 5 dk boş vakti yokmuş, her akşam alışveriş merkezlerini annesiyle beraber tavaf etmişler ve hatta en son onlar çıkmışlar, al al al bitmiyormuş, ben bir an önce alışveriş yapmalıymışım.Herkeste bir "geç kaldın kızım, bittin sen" modu.Hayır anacım ne alıcam onu da anlayamıyorum ki.Esse'nin son indiriminden her türlü kap kacağı, şişe açacağı benzeri küçük aletlerini ve hatta Kitchen Aid'imi ve hatta ve hatta Kitchen Aid'imin narenciye sıkıcağı aparatını bile aldım.Üstüne evlaaadiyelik (annem öyle diyor) Bone China ve bilumum bardak çeşitlerini aldım.Annemin özel olarak tasarlattığı masa örtülerim ve peçetelerimle Monaco prensine yemek daveti verebilecek düzeydeyim.Ne eksik derseniz ıvır kıvırları saymazsak mobilyalarımız eksik! Haşırt oldu biraz ama valla daha karar veremedik.Daha doğrusu ne istediğimizi biliyoruz ama bizimle aynı kafada olan bizi delirtmeyecek bir mobilyacıya he diyemedik daha.Bu cumartesiden çok ümitliyim, bence bu defa olacak. Ayrıca mobilyacı, elektrikçi, boyacı..bu takımla uğraşmak çok zor.Evin tadilatı çok minör detaylarda kalmış olsa da haftalardır bitmedi.Bitip bitmemesi bizi çok da bozmuyor, en başta söyledim acelemiz yok nasılsa ama ustalara laf anlatmak bazen bizi başa sardırabiliyor.Mesela boyacının elemanlarına salon kapısını sökmemiz gerektiğini anlatmak için 3-4 defa "eveeeet söküleceeeek" demek zorunda kaldık.Ona göre güzelim kapı niye sökülüyormuş.Dün elektrikçimizle başka bir diyalog daha yaşadık .Mutfak dolaplarının altına tezgah aydınlatması olarak aldığımız ledlerimiz, altlarına ayak konularak asıldıklarından, gizli olmak bir kenara mutfağı bu lambalara monte etmişiz gibi görünüyorlar.Ayrıca 2 metre uzunluğundaki kabloları da tezgahın üzerinde lüle lüle duruyor."Mutfağı bitirdim abla" diyen elektrikçi benim gözlerimden işinin daha yeni başladığını anlamış olacak ki söylediğim herşeye yokuş yaptı.O elektrik lüleleriyle boğacaktım kendisini de başka bir elektrikçi bulmanın daha zor olacağını düşünerek kendimi sakinleştirdim.Bu noktada sevgilimin mühendis diploması bir nimet haline geliyor.Elektrikçi "bu böle olmas abla" diye bana yaptığını kakalarken, sevgilim onun afedersiniz gagasına zıçıveriyor, bizim de istediğimiz bal gibi oluyor.

Başa dönersek; milletin bu "yetişemeyeceksiiiiiin" tadında beyanlarını ben (ve sevgilim) bir tarafıma takmazken, insanları da "ne var canım, düğünden sonra geliverir mobilyalar da, hiç sorun değil" diye bozarken, annemde bu diyaloglar farklı bir tat yaratıyor.Bahsi geçen arkadaşın alışveriş merkezleriyle ilgili laflarını 12 kişilik masanın taaa öbür ucundan duyan annem, o gece uyumayıp sabahlara kadar mide ağrılarıyla boğuşabiliyor.Ertesi sabah babam bana "şu anana hakim ol, alışverişle bozdu aklını" diyebiliyor.Annem bana "ben sana yardımcı olamıyorum, çok geri kaldık, yetişmiycek hiçbirşey" tadında dert yanabiliyor.Bu işler bitip de biz balayına çıkmadan annemin psikolojisinin düzeleceğinden çok emin değilim zaten.Ben kendisini fazla üzmeden 1034 parça yemek takımına eklemeler yapmasını karşıdan seyrediyorum.Ne yapalım, onun da kızı bir kez evleniyor.

Fotolar 2 haftadır sadece pazarları denize gidebildiğimiz Çeşme'den.

2 Ağustos 2011 Salı

Taklit yeteneği



Çok güldüm :)))

29 Temmuz 2011 Cuma

It's friday



Sevgilimle bir hayalimiz var

Henüz sizin bilmediğiniz ve umarım kimsenin bilmeyeceği, henüz tüketilmemiş, bitmemiş, cafelenmemiş, paparazzi ve çiğdem kabuklarından uzak bir köyde..

Çok bir şey değil; serin sabah kahvaltıları
Bunu görünce aklıma geldi.





26 Temmuz 2011 Salı

Eyitim şart

Haber trajik, yorumların her biri ayrı komik..
İnsaflı oldum birini aldım

Hürriyet

22 Temmuz 2011 Cuma

Kalemimi sivrilttim bekliyorum


Mutfakla ilgili en muhteşem icatlardan biri olsa gerek.Kalem şeklinde parmesan peyniri.

Kalemtraşınız yoksa birşey diyemeyeceğim tabi :)

It's friday



Bu aralar bende boyle bir sinirler, bir gerilmeler..hayırlara karşı.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Su alırmış



Denize ya da havuza alyans ya da herhangi başka bir yüzükle girenlerden misiniz yoksa çalınma korkuları içinde çantaya saklayanlardan mı? Ben hangisi olduğuma henüz karar veremedim.Bir de bu durumun bir üst boyutu var ki; güneş yağı yüzüğe zarar verir mi? Annem ve diğerleri için yüzük dediğin girdi mi çıkmaz, çıkarılmaz, düşmez. Evlendiğinin ertesi günü denize girip de alyansını düşüren, gözlükle kayalıkların arasında ararken parmakları pörsüyen ancak yine de bulamayıp kös kös gelinin yanına dönen arkadaşımız taze damada buradan selam olsun. Gerçi kendisinden hala süphelerim var, alyans takmamak için ayak yapmış olabilir.

Her haftasonu deniz zamanı geldiğinde bende bu alyans mevzusu bir gerginlik yaratıyor.Evde bırakıyım, yok yok bırakmıyım, denize girerken çıkarıyım, yok çıkarmıyım,nasolsa düşmez.Çıkarmadan denize girmişsem avucumu sıkı sıkı kapatıp yüzdüğüm için kasılırım falan. Pazar günü yediğim halt tüm bu soru işaretlerimin kesin cevabı ve kapağı oldu.

Denize girmek isteyen sevgili, benim girmeyeceğimi bildiğinden yüzüğünü bana teslim edip yüzmeye gitti.Takribi 30 sn sonra bana afakanlar (bilmiyorum böyle mi yazılıyor?) bastığından benim de denize giresim geldi.Normalde kendi alyansımı çıkarmadığım gibi baş parmağıma tam gelen sevgilim alyansını da çıkarmak gereksiz geldi.Merdivenlerden 2 adım atıp, kalça hizasında suya alışma evrelerindeyken sevgilimin alyansının suyu görünce gevşediğini farkettim.Ben şunu sağa alayım sağ el daha büyük, olmadı çıkarayım falan diye yüzükle hoş beş ederken gerizekalı ben yüzüğü suya düşürdüm.O minicik şey ışıltılar saçarak suyun dibini boylarken benim de ömrüm gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyordu.Hayatımın sevgilimin beni o suda boğmasıyla son bulacak.Dünyanın(cidden dünyanın) parasını verdiğimiz döt kadar şeyi almak için yeniden İstanbul'a gitmek zorunda kalacağız.Düğün de çok uzak değil.Az derdim vardı iyi oldu.Alyans düştü, düştü,düştüüü... kumun üzerinde yatay olarak kaldı.Suyun içine girip alamıyorum çünkü lenslerim var, gözümü açtığım an körüm.E görmeden de debelenemiyorum kumlar hareket ederse tamamen kuma gömülebilir.O anda ilk aklıma gelen "kafamı kaldırıp biri bana yardım edebilirmiiiiiiiiii????" diye çığrınmak oldu.Bu arada bahsettiğim mevzu Çeşme'nin en kalabalık beach clublarından birinde ceryan etmekte.Milletin en büyük derdi Lancaster marka güneş yağlarına bulanmak, selülitlerini saklayarak güneşlenmek ve mümkün mertebe cool olmak iken kimse denizin içinde kendini paralayan bir kıza aldırış etmedi tabi.O sırada denize girmek için 2 amca merdivenlere doğru geldi.Eminim geldiklerine lanet etmişlerdir."Yüğümü düşürdüm, aslında benim yüzüğüm diil, nişanlımın alyansı,noolur bana yardım ediğğğğğğnnnnn" diye kendimi paralamama acımış olacaklar ki ikisi birden eller kollar ayaklar yüzüğe ulaşmaya çalıştı.Bu arada yüzük alınamadı ama su daha da bulandı, yüzük dibe girdi ve artık sadece ucu parlar hale geldi.Benim paniğim artık plajın diğer ucundan farkedilir boyuta ulaştı.Adamlardan biri ayağını yüzüğün yanına koyup yerini belirledi.Diğeri yüzüğe ulaşmaya çalıştı ama nafile su bulandıkça bulandı.Ben delirmek üzereyken adamcağızlardan birinin eşi geldi.O da almaya çalıştı, sonuç yok.Bu arada bütün bu olan biteni merdivenlerin hemen başındaki sezlongundan izleyen abi de insafa gelip o da aramıza katıldı.Durum şu; merdivenin son basamağında bir ayağı kumun üzerinde yan duran bir amca, arada bir suya girip duran bir başkası, onu izleyen karısı, el yordamıyla kumu yoklayan bir abi ve panikten bembeyaz kesilmiş, elleri kenetlenmiş ağlamak üzere bir BB ve gitgide kumun en dibine doğru yol alan bir alyans. Bu durum 10 dakika kadar sürüp durum iyice çıkmaza doğru giderken birinin çantasında deniz gözlüğü olduğu aklına geldi de bu kabus sona erdi.Mutluluktan gebermek bu olsa gerek.Neredeyse sarılıp öpecektim hepsini.

Denizden çıkıp da yanıma gelen sevgili bu anlattıklarımla çok eğlenmiş olsa da arama kurtarma çalışmaları esnasındaki yüz ifademi görseydi halime acırdı. Plajdan çıkarken kibar sevgilimle gidip Akut takımında yer alan, suyun soğukluğuna aldırmadan bir lafımla kendini suya atan amcalara, ablaya ve abiye bir aile faciasına engel oldukları için tek tek teşekkür ettik.

Kıssadan hisse; Musa peygamber gibi denizi ikiye ayırma gücünüz yoksa alyansla suya girmeyin.

15 Temmuz 2011 Cuma

It's friday



Tam da meclis tatile çıkacekken..oldu mu bak şimdi?

Siyaseti mecliste yapamayanlar dağlarda yapıyor.
Nasılolsa unuturuz biz, ne yas tutmayı biliriz ne de hatırlamayı.
Hepimizin başı sağolsun.

Photo by Alex Goh.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Mim(im)



Queen's choice mimlemiş beni;
Evinizde yangın çıksa ve tek bir eşya kurtarmak zorunda kalsanız, neyi kurtarırsınız ?


Hmmm..düşünüyorum düşünüyorum ama rakamı bire indiremiyorum.Oyuncak ayım, günlüklerim,çantalarımdan alabildiklerim..kendimi bile yakabilirim bence "dur şunu da alıyım,bunu da alıyım" derken.Ya da işe teknik yaklaşıp arabamın anahtarı,cep telefonum,uzerime kazak,ayakkabı...Kalbimi dinlediğimdeyse sonunda sevgilimin bana hediye ettiği söz yüzüğümü alırdım bir tek.Maddi değeri mevzu değil, manevi değerinden tamamen.Gözyaşlarım, gülüşlerim, saşkınlıklarım, ışıltılarım..içinde öyle çok şey saklı ki.Onun yerine koyabileceğim bir şey yok sanırım.


Siz ne alırdınız acıba?

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Feeling like a monday but someday I'll be saturday night




İstanbul’da gecirilmis koskoca 5 gun.Pazartesi sendromunun kitabını yazdım, okudum, bitti,kenara koydum,o haldeyim.

Once 4 adet gelinlik secildi, son kararı vermek uzere İzmir’e yollandı.Ayakkabılara soyle bir goz atıldı.Louboutin’den yana hüsrana ugranıldı ama bir Jimmy Choo mevzuya en uygunu goruldu.Henuz alınmadı ama beklemeye alındı ya da Louboutin'e bir sans daha verildi:) Sevgilinin smokini alındı.(James Bond’dan daha yakısıklı olmus bir damatla ne yapılır onu bilmiyorum yalnız.)Bon Jovi konseri ileride cocuklarımıza anlatmak uzere tarihin en onemli olayları listemize eklendi.Mutluluktan gebermek uzereydim, o derece.(Cok video ve cok foto var.Becerebilirsem ordaymıssınız gibi yayın yapmak istiyorum.)Nar’da Sade Kahve’de kahvaltılar edildi, Nusr’et’te protein komasına girildi.(Kardesimin soyledigine gore bir persembe aksamı bu derece kolay yer bulduysak cok ballıymısız, hakkı verildi.)Godiva’nın cikolatalarıyla mide fesatı gecirildi.Cumartesi gecesi atesi Anjelique’te sonduruldu.Pek bir verimli İstanbul seyahatiydi.Gelinlik provaları icin yeniden gidecek olmam beni hic rahatsız etmiyor nedense :)

Bi de..nedir bu sıcaklar kardesim???? Pisik cıkarmak uzereyim.

Foto

8 Temmuz 2011 Cuma

It's friday



İstanbul'dayım..Siz bu satırları okuduğunuzda ben (umuyorum ki) gelinliğimi seçmiş, ayakkabılarımı almış, Bon Jovi konserine gitmek için hazırlık yapıyor olacağım.


5 Temmuz 2011 Salı

Çeşme 2011 sezonuna giriş



-Malum, ciddi bir Vogue okuruyum.Vogue Temmuz sayısı yine çok iyi ama hepsinden öte bayıldığım bir bölüm var; Yiğit Karaahmet’in 48 saat Çeşme yazısı.Çok doğru olmasının yanında çok eğlenceli.Etrafta okuduğunuz Çeşme’nin denizini, balığını, Alaçatı’nın bakirliğini!! unutun, bu yazıyı okuyun.Paparazzi’nin insanda kendini kesme isteği yaratan müziklerini de yazmış, pahalılığı da.Tecrübelerime dayanarak söylüyorum; bahsi geçen mekanlar mevzudan kendilerine pay çıkarmayacaktır,eminim.Tatile geleceklere uyarı/rehber olursa güzel olur.Bu arada Yiğit K. gitmeyi en çok sevdiğim yerleri de yazmış, en kötüsü de o belki de.Artık o kadar tenha olmayabilirler maalesef.

-Bu sene de geçen sene olduğu gibi plaj keyfimiz 7800 olacak..tı.Taa ki bu haftasonu, 7800'de denize girmenin 2011 tarifesini anlayana kadar. Ayda yılda bir Çeşme’ye gelip tatil yapanlar için “ammaaaann” olabilir bu durum ancak benim gibi her haftasonunu Çeşme’de geçiren biri için sadece denize girmek amacıyla her haftasonu ortalama 300tl harcamak takdir edersiniz ki lükse kaçabiliyor.Ama yine de yazalım; 7800 cok iyi.Muzikler guzel (aksamustu partilemekten uzak uyuklamaya yakın insanlara bakmayıp kafasına gore cıstaklayan dj i saymıyorum.).Servis çok hızlı.Menü plaj menüsünden çok şık bir akşam yemeği menüsüne benziyor.Şezlonglar çok rahat;aralarında mesafe var.Deniz alıştığım bildiğim o muhteşem deniz.Sizden farklı olarak çocukken de orada denize girerdim ben. O zaman adındaki rakamlar da bu kadar büyük değildi tarifesi de.7 İğdeler plajı 7800 olursa böyle oluyormuş.

-Oldu olacak bir de Mi Casa’yı yazalım.İzmir Mi Casa sevgilimin son doğumgününü kutladığımız yer.35 kişi yemek yedik.Gayet güzeldi.Geçen yazımın gecelerinin büyük çoğunluğunu işgal eden Alaçatı Mi Casa’nın barı ise favorim.İçkiler çok iyi, müzikler keyifli.Ancak benden size tavsiye siz de benim gibi Mi Casa severlerdenseniz sadece gece 12’den sonra barda takılıp keyifle içkinizi yudumlayın.(Bellini ya da Rush!!)Yemeğe gitmek gibi bir düşünceniz varsa da minimum 1,5 saat beklemeye, garsona “nooluyor?” diye her soruşunuzda “efendim yemeklerimiz çok özel, haliyle geç geliyor” cevabını almaya hazır olun.Bir tabak risottonun ne derece özel olabildiğini tartışırken kendinizden geçiyor, açlıktan mideniz sırtınıza yapıştığından yana yana yediğiniz yemekten de asla keyif almıyorsunuz.

Nerede okudum bilmiyorum, hatırlatın bana da referans göstereyim; yeni medya bizleriz.Twitlerimiz,postlarımız ve daha nice sosyal medya platformlarındaki yorumlarımız, sorularımızla biz bize yeter durumdayız.Öyle değil mi?

1 Temmuz 2011 Cuma

It's friday

Ostrich pillow
Ofis için nimet

Via

28 Haziran 2011 Salı

Little J büyüdüğünde

Yakacak bir Kurt bulmaz umarım kendine

Tırsma süremin doğru orantısı



Dun gece saat 00:15 sunu anladım ki benim oturduğum semt İzmir’e değil Kütahya’ya bağlı.Simav’da olan bir deprem benim evimde nasıl bu derece hissediliyor anlamış değilim.Deprem fobim olmasa dert değil, iki sallanırım baktım duvarlar yerinde, yatar uyurum.Ama hikaye bende oyle vuk’u bulmuyor.Geçmişte yaptığım 3. katta oturmama rağmen üzerimde kalpli pijamalarımla kapıcıdan önce sokağa çıkmalarımı, ağlaya sızlaya kendimi teyzemlere atışlarımı(sanki onların evi titanyumdan, benimki yıkılsa onlarınki yıkılmayacak) bir kenara koyarsak, son derece bilinçli tepkiler veriyorum bu deprem olayına artık.Mesela dün akşam uykudan depremle uyanıp kendimi seksi geceliğimle yalınayak başı kabak sokaklara atabilirdim ama yapmadım.Önce sevgiliye “duydun mu?” diye mesaj attım.Gelen cevap “neyi?” olunca, tamam dedim bu sarsıntının merkez üssü yine bizim apartman.Gece yatarken lenslerimi çıkardığımdan ve lenslerim olmadığından 3 adım ilerisini göremediğimden sürekli başucumda tuttuğum gözlüğümü takıp ve yine gece elektrikler kesilir de bir şey olur ben evden kaçamam korkusuyla gözlüğümün yanında bulundurduğum ledli fenerimi elime alıp salondaki koltuğa büzüştüm, televizyonu açtım. Pür dikkat altyazı bekliyorum. Bu arada beynimden saniyede 35000 yıkılmış ev görüntüsü, tsunamiler, her türlü perişanlık geçiyor, her geçen saniye daha bir kahroluyorum.Bu yaralar nasıl sarılacak, yazık oldu insanlara diye diye bir hal oluyorum.Süper hızlı televizyon camiası depremi 20 dakikada kavrayıp ancak haber yapıyor maşallah da 4,9 un bu derece tırsmama sebep olmaması gerektiğine kanaat getirip yatıyorum ama yastığımın yanına koyduğum feneri, gözlüğümü, telefonumu ve saç tokamı kontrol ede ede uyumaya ben pek gece uykusu diyemiyorum.Bu akşam Kütahya’da deprem olmazsa erken yatmayı planlıyorum.

24 Haziran 2011 Cuma

It's friday



Halihazırda desktopum.

Acımız Büyük

Bugün stil idolumuz, kraliçemiz, canımız Bihter'imizi kaybedişimizin 1. yıldönümü.Ne Fatmagüller, ne Hürremler geldi geçti ama kimseler acımızı dindiremedi.Dizüstü çizmeler kimsede onun kadar güzel durmadı.Kimseler kahvaltıya yapılı saçlar ve kırmızı rujla inemedi.Özgür Masur elbiseler bir ona yakıştı.Bihter kolyeleri Bihter donları herkesin dolabına girdi ama kimsede onun kadar güzel durmadı.Ahh Bihter..bıraktın bizi gittin.Behlül senden sonra bir harabe, mafya işlerine bulaştı, yabanlara gitti.Nihal desen kapıcı kızı oldu, nerede o odasının rengine karar veremeyen, bir giydiğini bir daha giymeyen koskoca Nihal. Şimdi elin zengin şımarık çocuklarına yaranmaya çalışıyor. Ednen Bey senden sonra bir sır oldu. Zannediyorum Matmazel ve Bülent'le hayatına uzak bir ülkede devam ediyordur.

Ah Bihter.Senden sonra perşembe gecelerimiz boş kaldı.Yerini kimseler dolduramadı.Huzurla uyu.

Bugün şirketimizde bir matem havası var.Hepimiz siyahlar içindeyiz.Öğle yemeğini müteakip helva dağıtacağız.

21 Haziran 2011 Salı

Moonlight Serenade

I stand at your gate and the song that I sing is of moonlight.
I stand and I wait for the touch of your hand in the June night.
The roses are sighing a moonlight serenade

18 haziran büyük gün...dü.Geçti gitti bile.O kadar hazırlık, koşuşturmaca, kafamın içindeki tilkiler derken herşey bir anda bitti.Çiçeklerimiz, makaronlarımız, gökyüzünde kuyrukluyıldızlar gibi duran, upupuzun ışıklarımız...hatta en çok da ışıklarımız.Kuaföre gitmeden uğrayıp çiçekleri gördüğümde çok beğenmiştim ama ışıklar henüz hazır olmadığından görememiştim.Otele tekrar döndüğümde gördüğüm manzarayla gözlerim doldu.Herşey muhteşemdi.Burcucuğum dediğine göre bir Toskana gecesi gibiydi.

Kendi kendime söz vermiştim hem nişanımın hem de düğünümün her anını hatırlayacağıma dair.Öyle de oldu aslında.Nişanımı en başından en sonuna kadar çok net hatırlıyorum.Bütün gece neredeyse su bile içmedim, yemek yemedim ama bol bol oynadım, deliler gibi dans ettim.Ne kendim oturdum ne sevgilimin oturmasına izin verdim.Elbisemin kuyruğu çok uzundu ama o bile aldığımız dans derslerinin yabana gitmesine neden olamadı.Tam hayal ettiğim gibiydi herşey.Yine de insanın içine bir hüzün çöküyor aklına geldiğinde; keşke geri dönebilsem o geceye.

Ara ara kendimi yüzüğüme bakarken yakalıyorum.Sevgilimin yüzüğünü gördüğümde ise daha da garipsiyorum.Yüzüme bir gülümseme oturuyor, içimde bir ateş böceği yanıp sönüyor.Biz nişanlandık mı şimdi?

15 Haziran 2011 Çarşamba

Şekerişi



Benim doğup büyüdüğüm yerde-ki siz bazı postlarımdan çoktan neresi olduğunu anlamış olabilirsiniz-çok eski bir adet var. Zamanında annem evlenirken yapılmış, bu zamanda ise kimsenin hatırlamadığı ; şekerişi. Öyle eski bir adet ki neredeyse şekerişini yapmayı bilen bile kalmadı. Bu kadar eski bir adeti yeniden hayata geçirmekti belki de beni cezbeden. Kına gecesi bile istemezken, benim için şekerişi hazırlanmasını istedim. Tüm tanıdık akraba ne kadar yakınımız varsa o gün bizdeydi. Annemin 88 yaşındaki halasının şefliğinde herkes çalıştı ve 5 tepsi şekerişi hazırlandı. Annemin Baby shower edasıyla hazırladığı pembe kurdeleli pembe mumlu muhteşem sofra görülmeye değerdi. Ayrıca girl power a bu kadar inanırken, mevzunun eski insanlar üzerinde daha derin olduğunu görmek muhteşemdi.Aileden bir kızın gelin olması durumunda ortaya çıkan güç tarif edilemez oluyormuş. Aynı akşam herkes koltuğun bir köşesine yığılıp kalmış olsa da ileride kendi çocuklarıma anlatacaklarım paha biçilemez.

Şekerişi fotoğraflarda da göreceğiniz üzere kurabiyeye benzeyen bir tatlı. Yapımı çok çok zor, bol irmikli, unlu, tereyağlı, bademli bir kurabiye.Piştikten sonra önce gülsuyuna, sonra pudra şekerine batırılıyor.En son da üzerine tarçın serpilip bu iş için özel olarak satın alınmış bir tabağa yerleştiriliyor.Yerleşim çok düzgün olmalı ve bittiği zaman bir dağ gibi görünmeli. Dağın en tepesine de nar şekli verilmiş 3 adet daha şekerişi yerleştiriliyor. Narlar karanfillerle süsleniyor. Bu narlar kayınvalide, kayınpeder ve damat için özel olarak yapılmış oluyor. Sonra tabağın üzeri tüllerle toplanıp bağlanıyor. Tabak çok güzel görünmeli, zira kız evini simgeliyor.Artık damat tarafına gitmeye hazır.Damat tarafı şekerişini sadece kendisi yemiyor, tüm akrabalara ve eve tebriğe gelenlere ikram ediyor.Her ne kadar bu iş adetten yapılıyor olsa da damadı ve ailesini korumaya yönelik olduğuna eminim. Zira o kadar ağır bir tatlı ki arka arkaya 3 tane şekerişi yemenin bedeli çok feci şeyler olabilir.Tabak boşalınca damat bir balıkçıya gidip o gece nişanlısının şansına balığa çıkmasını istiyor ve tutacağı en büyük iki balığı satın alacağını söylüyor.Bu balıklar biri daha büyük ve diğeri daha küçük olarak seçilip gelinle damadı simgeliyor. Balıklar aynı tabağa yerleştirilip limonlarla yapraklarla süsleniyor ve yine üzeri tüllerle kapatılıp kız tarafına geri yollanıyor.Kız tarafı balıkları afiyetle mideye indirdikten sonra şekerişi tabağı kızın çeyizi olmak üzere içine çerez doldurulup süsleyip kızın gelin gideceği eve yollanıyor.

Benim de artık bir şekerişi tabağım var. Hatırası da çok kıymetli o gün yaşadıklarımız da..Adetleri sonuna kadar uygulamak niyetinde değiliz.Bize balık gelmeyecek örneğin.(zaten balık sevmiyorum ki ben)Tabaksa kendi evimize yerleştiğimizde bana geri gelecek.Yeniden bir şekerişi yapılana kadar da dolapta kalacak.(Romantik BB mode on)

Haftaya nişanımı yazacağım size.Tehlikenin farkındamısınız? :)